“Ben yanmasam, Sen yanmasan, Biz yanmasak, Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…”
(Nazım Hikmet)
Nazım Hikmet’ten mülhem ben de diyorum ki;
Sen kalkınmazsan, ben kalkınmazsam, biz kalkınmazsak, bu il/bölge/ülke nasıl kalkınır?
Millet olarak konuşurken olayı kendimizden uzakta tutmayı çok seviyoruz.
Kendimizi, ailemizi, sitemizi, mahallemizi konuşma önceliğimiz olmasına rağmen; kendimizce daha ulvi (!) gördüğümüz ulusal/uluslararası geniş dairedeki olaylara kaçıyoruz.
İnsanı vazife önceliği açısından değerlendirdiğimizde şöyle bir ölçü ortaya koyabiliriz: Durgun bir suya taş attığımızda nasıl halka halka açılıyorsa; insanın en önemli ve birincil vazifesi taşın suda oluşturduğu ilk dairede, sonraki öncelikler ise halkaların küçükten büyüklüğüne göre devam eder.
İlini/Ülkesini/Milletini/Bayrağını seven ve onun kalkınmasını isteyen öncelikle kendini geliştirmeli, kalkındırmalı.
Milletlerin kalkınmasında zincirin ilk halkası fertlerin kendilerini kalkınma şuuru aşılanması meselesidir.
Zira bu konu işin en zor meselesidir.
Çünkü kişi hem kendini hem de “şimdi”yi konuşmaktan sürekli kaçmak ister.
Kendinden geniş dairelere, şimdi den geçmiş ve geleceğe kaçar.
Onu kendinde ve “şimdi” de tutabilmek en ve en değerli kalkınma başlığıdır.
“Asıl önemli olan şu dur: ”Burası ve şimdi.” ”Şimdi” kesin olarak şimdidir. Biz, tam o anda ne mümkünse onu deneyimlemeye çalışırız. Bir geçmiş var olduğu için şimdiye sahip olduğumuzu düşünmenin anlamı yoktur. Bu “şimdi”, tam şu an. Gizemli bir yanı yok. Sadece“ şimdi” çok basit, dosdoğru. Ve “şimdilik” ten bir şekilde her zaman bir aklın anlama yeteneği doğar. Şöyle ki gerçeklikle sürekli etkileşimdesinizdir. Teker teker, adım adım. Sürekli. Aslında biz her zaman müthiş kesinlikle deneyimleriz. Ama “şimdi” tarafından tehdit ediliriz. Bu yüzden geçmişe veya geleceğe atlarız. Hayatlarımızda var olan şeylere dikkatimizi yönelttiğimizde öyle zengin bir hayat sürüyoruz ki bütün bu seçimler her zaman vardır ama hiçbiri kendi başlarına kötü veya iyi değillerdir. Bizim yaşadıklarımız koşulsuz deneyimlerdir. Onlar üzerlerinde şöyle etiketlerle gelmezler: ”Bu kötü olarak değerlendirilir” ve ya ”Bu iyidir”. Biz onları yaşarız ama aslında onlara doğru dürüst önem vermeyiz. Aslında bir yerlere varacakmışız gibi düşünmeyiz. Bir mücadele gibi düşünürüz. Ölmeyi Bekleriz. İşte sorunda bu, bu “şimdi”ye hakkıyla güvenmemektir. Aslında şimdi de yaşadığımız şey pek kuvvetli bir şey içerir. O kadar güçlüdür ki onunla yüzleşemeyiz. Bu sebeple her zaman geçmişten ödünç alır ve geleceği davet ederiz. Choyyam Trunpa Rinpoche (1939-1987)
Bu satırları okuyan herkesi çağrım şudur:
“Dünyada iyi bir şeyler oluyorsa sebebi benim ya da dünyada kötü bir şeyler oluyorsa yine sebebi benim diye düşünsünler.”
Sadece bu tarzı düşünce onları geliştirecektir.
Hayatta en büyük sermayemiz nefeslerimizin sayılı olduğu zamandır.
Ve bu zamanı değerlendirme konusunda akıllı insanların öncelikleri kendileri ve yakın çevreleri olmalıdır.
Kendi kalite ve kalkınmasını artıran her kişi il/bölge/ülke/dünyanın kalkınmasına katkı yapmış demektir.
Peygamberimiz (s.a.v.), “Kim insanlar helak oldu, helak oldu derse, en evvel kendisi helak olmuştur” demiştir.
Bizim etki alanımız dışındaki problemleri konuşmak zaman kaybı ve en büyük israftır.
Etki alanımızdaki konuları 3 T (Tespit-Tenkit-Teklif) formatında konuşmak bizim kalkınmamıza destek olacaktır.
Kop bölgesinin “Yeni Marmara” olması konusunu 2016 tarihinden bugüne ısrarla dile getirirken; bölge yaşayan bireyleri de, kalkınma konusunda yukarıda izah etmeye çalıştığım usulle işin ucundan tutmaya çağırıyorum.
Haydi! Bu değerli ve ağır yükün bir tarafından siz de tutun.
Cemaatle namaz kılmak bireysel bir ibadettir ve hasenat kapsamında değerlendirilir, cemaatle kalkınmak ise toplumsal bir iyiliktir/ibadettir ve salihat olarak ele alınabilir.
Salihatler (toplumsal iyilikler) her zaman hasenattan (bireysel ibadetler) daha öncelikli ve daha kıymetlidir.
Siz kalkının, biz kalkınalım ki; ülke kalkınsın.