Türklerin İslamiyet’i kabul etmeden önceki devirlerde girdikleri dinlerin çerçevesinde yaşadıkları dini hayatın izlerinin bir kısmı Bektaşi Menakıpnamelerinde müşahhas olarak ortaya çıkmaktadır. Bu izlerin bilhassa Menakıbı Hacı Bektaş Veli , Vilayetname-i Hacım Sultan, Vilayetname-i Otman Baba, Vilayetname-i Sultan Şucauddin ve Vilayetname-i Abdal Musa’da yoğunlaştığı görülmektedir. Bunlar ilaveten , bir Bektaşi Menakıpnamesi olmayan adı geçen Menakıpnamelerden , dolayısıyla Bektaşiliğin teşekkülünden önce yazılan Menakıbu-l Kudsiye’nin ise İslam öncesi inanç izlerini taşıma konusunda en az Menakıbı Hacı Bektaş Veli kadar zengin olduğu , ayrıca bir çok inanç motiflerinin de bu eserle çok yakın paralellik arz ettiği de ortadadır.
Menakıpnamelerde ki mevcut inanç motiflerinin toplam miktarına göre bir sıralama yapılacak olursa , şöyle bir tablo ile karşılaşılmaktadır: Tabiat kültleri ile alakalı sadece 14 motife karşılık , 37 Şamanist , 48 Uzakdoğu ve İran dinleriyle ilgili motif mevcuttur. Kitabı Mukaddes kaynaklı motifler ise 46 tanedir. Toplam miktar 145 olduğuna bakılırsa bunun
%10 tabiat kültleri
%25 i Şamanizm
%33 ü Uzakdoğu ve İran Dinleri
%32 si Kitabı Mukaddes [1]
kaynaklı motiflerdir. Fakat burada unutulmaması gereken bir nokta vardır: Bu dağılımda , Uzakdoğu ve İran dinleri genel bir gruplandırmanın ifadesidir. Oysa bu %33 lük pay içinde Budizm, Maniheizm, Zerdüştilik ve Mazdeizm gibi muhtelif dinler bulunmaktadır. Yoksa dinler tek tek ele alınırsa %32 lik hisse ile Kitabı Mukaddes kaynaklı motiflerin birinci , Şamanist kaynaklı motiflerin ikinci sırayı alacakları anlaşılır. Kitabı Mukaddes motiflerinin propaganda için bu kadar rahat kullanılmasında bir kısmının İslami inançlarda da mevcut olmasının payı büyüktür. Nitekim 46 motifin en az yarısı İslami gelenekte de mevcuttur.
Türk heterodoksisini teşkil eden İslam öncesi inançların Bektaşi Menakıpnamelerindeki ağırlık noktasının Şamanizm değil, Budizm ile Maniheizm ve daha sonra öteki İran dinlerinin meydana getirdiği grup olduğu açığa çıkmaktadır.
Bütün bunlara karşılık Menakıpname ve Vilayetnameler’de Şiiliğe ait unsurların zayıf kalışı dikkate değer. Şiiliğin iki ana esası olan Hz. Ali ve On iki imam kültünün Menakıbı Hacı Bektaş Veli , Vilayetname-i Hacım Sultan , ve kısmen de Vilayetname-i Otman Baba ‘da fazla kuvvetli olmayan ifadelerle yer bulabilmesi , diğerlerinde bu konuda tek satır bulunmaması önemli bir husustur. Bu herhalde , menakıpnamelerin çoğunun yazıldığı 15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Şii propagandasının Anadolu’da henüz Bektaşiliğe , dolayısıyla heterodoks çevrelere yeterince nüfuz edecek bir kudrete ulaşamadığı tarzında yorumlansa gerektir. Hatta zikredilen üç menakıpnameye sözü edilen Şii unsurların sonradan eklendiği bile düşünülebilir. Böylece ,Bektaşi ve Kızılbaş zümrelerinin tam olarak ancak Safevi propagandasıyla Şii inanç motiflerini tanıdığı ve benimsemeye başladığı gerçeği bir kez daha kendini göstermiş olmakta , bu vesileyle Anadolu Türk heterodoksisine vücut veren ana faktörün Şiilik değil İslam öncesi Türk inançları olduğu da açık bir surette belirlenmiş bulunmaktadır.
Yaşadıkları coğrafyanın gereği olarak Türkler bir yandan doğuda Budist Çin kültürünün etkisine girerken , bir yandan da batı da Zerdüşti İran’ın inançlarıyla ilgilenmişler , diğer yandan da Maniheizm ve Mazdeizm’ide tanımışlardır. Değişik coğrafya ve iklimlerde , farklı kültürlerle , dinlerle , felsefi görüş ve düşüncelerle beraber yaşayan Türk toplulukları , bunları bazen yan yana , yani aynı zamanda , bazen de halef selef olarak yaşanmıştır. Bunlar yaşanırken karşılıklı etkilenmeler vuku bulmuş , zikredilen bu dinler ve kültürler yaşanırken onlara Türkler de bir şeyler ilave etmiş ve kendilerine has kılmışlardır.
Nihayet bunların yerini , daha önce hiçbir dinin yapamadığı bir biçimde çok geniş kitlelere yayılarak İslamiyet almıştır. Fakat İslamiyet’ten önceki dinlerin uzun asırlar boyu hasıl ettiği etkiler kolay kolay sökülüp atılamamış , bir çoğu İslami isimler adı altında bazı Türk topluluklarında bütün kuvvetiyle yaşamaya devam etmiştir. Başka bir deyişle İslamiyet Türkler’in inanç dünyalarının dibine inebildiği ölçüde eski dinlerinin kalıntılarını dışarı atmış, inanç dünyasını tamamen İslami inanç ve itikatlara uygun olarak oluşturmuştur. Bulunduğu coğrafya ve diğer şartların gereği olarak saf, sağlam, gerçek İslami kaynaklara ulaşamamış ve gereken eğitimi alamamış bazı topluluklar İslam’a girip ona inandığını ifade etseler de önceden yaşadıkları gelenek ve ananelere İslami isimler vererek yaşamaya devam etmişlerdir. O halde bu gün kendini Müslüman olarak takdim eden Alevi olsun , Sünni olsun her insana düşen en önemli görev , İslamiyet’i sağlam kaynaklarından (Kuran ve Sünnet ) ciddi bir şekilde öğrenip inanç dünyasını derinleştirmektir. Dinini ana kaynaklarından öğrenen her Müslüman İslam öncesi inançlarından , dinine uygun olana daha kuvvetle sarılacak , dinine uygun olmayanı da hayatından ayıklayacaktır. Özellikle Allah’a Peygamber’e inanan ve ehli beyte muhabbet besleyen hiçbir Alevi ve Sünni Müslüman , dini Peygamberi tamamen reddeden felsefi görüş ve düşüncelere inanmayacaktır. Çünkü son ve en mükemmel olan kendi dinini incelediğinde görecektir ki İslam dışı felsefe ve düşünce sistemlerinin savundukları fikirlerinin faydalı olanları daha mükemmel şekilde kendi inandığı dininde vardır. Üstelik bu fikir ve düşünceler sadece hayali ve teorik olarak değil İslam tarihinde özellikle “asrı saadette” bizzat yaşanmıştır. Adalet , eşitlik , insan hakları, düşünce özgürlüğü ,insanların refahı gibi esaslar Peygamber ve onun Raşit Halifeleri zamanında en mükemmel şekliyle yaşanmış ; bu asrın içerisinde zekat verilecek Müslüman kalmayacak kadar ekonomik refah , Hz Ömer gibi haşmetli devlet başkanına minberde hutbede sorgu yapılabilecek kadar düşünce özgürlüğü , Hz Ali ile bir Yahudiyi aynı hakim karşısında yargılayacak kadar eşitlik ve adalet ve daha binlerce örneğini verebileceğimiz tarihe altın harflerle yazılan bir mükemmel dönem yaşanmıştır.
Pir Sultan Abdal’ın “iki kardeş karşı karşı salındı, ciğerciğim delik delik delindi “ dediği Alevi Sünni çatışması tamamen vatanımızın milletimizin iyiliğini istemeyen İslam ve Türk düşmanlarının istediği bir sonuçtur. Onlarca devlet kurmuş , tarihte medeniyetin en güzel örneklerini vermiş , tarihin en uzun ömürlü devletini yaşatmış bir neslin evlatları sağ-sol , Türk-Kürt , Alevi-Sünni gibi suni gruplara bölünerek birbirine düşman haline getirilmek isteniyor. Oysa asırlardır birlikte yaşayan acıyı , sevinci paylaşan birbirinden kız alıp vererek derin bağlar oluşturan aynı din , vatan , bayrak için şehit olan , adete et-tırnak gibi birbirine yapışan insanları bu gibi suni oluşumlarla ayırmak mümkün değildir. Aynı Allah’a , aynı Peygamber’e inanan , aynı ehli beyte gönülden muhabbet duyan ve bu muhabbeti dinin farz olarak emrettiği bir esas bilen , geçmişlerinde asırlar olan bu asil kardeşler bu dış kaynaklı oyunlara gelmeyecektir.
Hz. Ali Peygamber efendimizin damadı ve neslinin devam etmesine vesile olan zat olarak tüm Müslümanlar için çok önemli bir yere sahiptir. Hz. Ali efendimizin binlerce faziletlerini anlatsak bitiremeyiz. İlk Müslüman olan çocuk olan Hz. Ali efendimiz bütün ömrü boyunca Resulullah’ın en yakınında ve en büyük yardımcılarından biri olmuştur. Hz. Ömer’in şehadetinden sonra Hz. Ali’nin “Ömer’in ölümüne ağlıyorum . Zira Ömer’in ölümü , İslam için öyle bir gediktir ki , Kıyamete kadar asla kapatılamaz” dediği ve bu gediğin Hz. Osman’ın şehadetiyle iyice büyüdüğü İslam tarihinin en zor dönemleri için, kader onu saklamış ve o da ilmi ,kahramanlığı ,celadeti , cesareti ile Müslümanlar bu zor günlerden en az zararla geçirmiştir. Peygamberimiz Hz. Ali için “Ben ilmin şehriyim ,Ali onun kapısıdır” diyerek ne kadar önemli olduğunu ifade etmiştir. Hz. Ebu Bekir ; sürekli Hz. Ali’yi yanında görmek ister ve tüm zor meselelerde O’na dönerek “Bize çıkış yolu göster, Ya Eba’l Hasan” derdi. Hz. Ömer’de “Ali olmasaydı Ömer helak olurdu.” , “Ortada karışık bir mesele var ama Hasan’ın babası yok” derdi.[2] Kendisinden önce gelen üç halifenin de en üst düzey hukukçusu olarak görev ifa etmiş hukuki mevzularda son söz hep H.z. Ali’nin olmuştur. Üç Halifeye de candan destek vermiştir. Mantar gibi her gün fitnelerin çıkarıldığı H.z. Osman döneminde yine en önemli desteği Hz Ali vermişti. Olaylar büyüyüp isyancıların Hz. Osman’ın evini kuşattıklarında Hz. Hasan Ve Hüseyin’i halifenin kapısına dikecek ve başına bir şey gelmemesi için tedbirler alacaktı. Şehadet haberini , yanında nöbet tutsunlar diye görevlendirdiği Hz. Hasan ve Hüseyin’den almıştı. Üzgünlerdi , ikisi elinden geleni yapmışlar ama kalabalık isyancılara karşı koyamamış şehadete engel olamamışlardı. Öyle de olsa H.z. Ali , çok hiddetlenmişti. Kendilerine karşı babalarının bu kadar hiddetlendiğine hiç şahit olmamışlardı. Madem Osman şehit edilmişti ; biricik peygamber torunları Hasan ve Hüseyin’in bedenleri , niye hala başlarının üzerinde taşımaya devam ediyordu ? Şöyle çıkıştı Hasan ve Hüseyin’e :”O’ na yönelen saldırılara mani olamadınız diyelim , öyleyse sizlerde O’ nunla birlikte ölseydiniz ya “[3]
Kuran’ı Kerim’de Cenabı Allah Resulünün ağzından bizden şunu istiyor ve şunu emrediyor. “ De ki ( ey habibim) ben bu tebliğime karşılık sizden akrabamı (ehli beytimi: Hz Ali , Hz. Fatma , Hz Hasan ve Hz. Hüseyin) sevmeniz dışında bir şey istemiyorum.[4] Biz de bu emre uyuyor ve ehli beyti seviyoruz. Yezidin ve Emevi Hanedanı’nın ehli beyte yaptığı zulümleri kınıyoruz. Cenabı Hak Kuranı Kerim’de “Kimse Kimsenin suçundan dolayı cezalandırılamaz” [5] hükmünü koymuştur. Tüm Müslümanlar o zulüm ve yanlışlardan beridir. Hz. Hüseyin’in zulme karşı çıkarak şehit oluşunu tüm Müslümanlar olarak alkışlıyor , iftihar ediyor ve zalime karşı koymada bir sembol olarak görüyoruz. Onun için ben acizane bu küçük , mütevazı çalışmamamın sonunda her iki tarafı da İslam Kardeşliği , ehli beyt muhabbeti etrafında toplanmaya , birlik ve beraberliğe çağırıyorum. Aradaki küçük problemlerin konuşularak ve ortak çalışmalarla aşılacağına yürekten inanıyorum. Yüce Mevlamızdan bu ayrılıkların ortadan kalkarak ittifaka dönüşmesini temenni ediyorum. Bu sayede omuz omuza vererek insanlık tarihine altın harflerle yazılacak güzelliklere imza atmış bu milletin evlatlarının bir araya gelerek daha büyük başarılara imza atacaklarına inancım tamdır. Biz bu inanç ve düşünceyle bu eseri hazırladık. Bu konuda yüreği bu dertten yanık bir şeyler söyleyecek , bir şeyler yazacak vatan evlatları muhakkak vardır. Biz onlara kapı aralayabilirsek bahtiyar oluruz.
Başarı niyeti halisenin refikidir.
* Bu konuda daha geniş bilgi için e yazarın kendi eseri Türk Aleviliği (Gündönümü Yayınları-İstanbul) kitabına bakılabilir.
[1] Bk. Ocak A.Y , Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri isimli eserinde en geniş ve mükemmel şekliyle bu konuları ortaya koymuştur.
[2] İbn Abdilberr , el- İstiab , c.3 , 1002,1103