Uyun o elçilere ki (…) ücret istemezler.

Hz. Adem (a.s.) ile başlayan ve Hz. Muhammed (s.a.v.) ile tamamlanan Peygamberlik mesleğinin en önemli özelliği yapılan hizmet karşılığında bir ücret alınmamasıdır.

Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah defalarca bu KESİN ve ÖNEMLİ kuralı hatırlatır.

‘’İşte, o peygamberler, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. (Ey Muhammed!) Sen de onların tuttuğu yola uy. De ki: “Bu tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur’an), bütün âlemler için ancak bir uyarıdır.” En’âm, 6/90

‘’Eğer yüz çeviriyorsanız, sizden zaten hiçbir ücret istemedim. Benim ücretim, ancak Allah’a aittir. Bana müslümanlardan olmam emredildi.” Yûnus,10/72

“Ey kavmim! Buna karşı ben sizden herhangi bir mal da istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a âittir. Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizin bilgisizce davranan bir toplum olduğunuzu görüyorum.” Hûd, 11/29

“Ey kavmim! Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak beni yaratana âittir. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” Hûd, 11/51.

‘’Halbuki sen buna karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun. O (Kur’an) âlemler içinde ancak bir öğüttür.’’ Yûsuf, 12/104

‘’Ey Muhammed! Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun (da inanmıyorlar)? Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.’’ Mü’minûn, 23/72

‘’De ki: “Ben buna karşılık sizden dileyen kimsenin, Rabbine giden yolu tutmasından başka herhangi bir ücret istemiyorum.” Furkân, 25/57

“Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” Şuarâ, 26/109, 127, 145, 164, 180,

‘’Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! (Vazifelerine karşılık) sizden hiçbir ücret istemeyen(bu) kimselere uyun! Onlar doğru yoldadır.” Yasin, 36/20-21

“(Ey Muhammed!) De ki: “Bundan (tebliğ görevinden) dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ben kendiliğinden yükümlülük altına girenlerden değilim.” Sâd, 38/86.

“İşte bu Allah’ın, inanıp salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.”” Şûrâ, 42/23

Bu ‘’ücret istememe’’ kuralı o kadar önemli ki Peygamberlerin görevlerinde en çok dikkat etmeleri gereken kural olarak öne çıkıyor.

Hz. Muhammed (s.a.v.) kendisine yapılan dünyevi kazanç ve arzuların (mal, makam, kadın v.b. ) en iyileri teklif edildiğinde : ‘’Bir elime güneşi, diğer elime ayı verseniz yine de de ben Peygamberlik görevimi yapmaktan vazgeçmem’’ şeklinde karşılık vermiştir.

Kur’an-ı Kerim’de apaçık vurgulanan bu kurala İslam toplumu ne kadar riayet ediyor?

‘’Ücret istememe’’ nin tersi ise ‘’yapılan hizmet mukabilinde ücret almaktır.’’ Bu ücret almayı ise Yüce Allah ‘’Allah’ın ayetlerini dünyevi bir menfaat karşılığında satmak’’ olarak değerlendirip sakınmamızı emrediyor.

‘’Size (aslî hali, halâ ihtiva ettiği gerçekler ve İlâhî kaynağı itibariyle) elinizdeki (Tevrat’ı) tasdik edici olarak indirdiğim (Kur’ân’a) iman edin ve (Kitap nedir, rasûl nedir, iman nedir, vahiy nedir, bunların dayandığı esaslar ve taşıdıkları maksatları nelerdir, bütün bunları bilen, en azından içinizde bunlardan tam haberdar âlimler −ahbâr− bulunan bir topluluk olarak), O’nu ilk inkâr edenler olmayın. Ve (siz, ey ahbâr! Mevkiinizi ve bu mevkiin getirdiği dünyalıkları kaybetme korkusuna kapılarak) âyetlerimi azıcık bir fiyata (pek kısa ve geçici dünya metaına, şan, şöhret ve mevkie) satmayın. Başka bir şeyden değil, sadece Ben’den korkup Bana sığının, (takva dairesine girin). Bakara, 2/41

Bugün din eğitimi verdiğini, din hizmeti sunduğunu iddia eden Kamu ve Sivil Toplum Kuruluşları pozisyonlarını ‘’ücret istememe’’ kuralı açısından acilen gözden geçirmeliler.

Din eğitimi ve din hizmeti sunumu sadece gönüllü, hiçbir ücret istemeyen ve talep etmeyen kişi ve kurumlarca yapılmalıdır.

Bunun tarihte örnekleri çoktur. Anadolu’yu İslamlaştıran, Türkleştiren unsurların hepsi yaptıkları hizmet mukabilinde ücret istemeyen ‘’gönüllü gruplar’’ dı.

İslam’ın Anadolu’daki yayılışını -Aşıkpaşaoğlu’nun yaptığı dörtlü tasnif “şablon” olarak tarihçiler tarafından kullanılmıştır- dört grup etkili olmuştur. Bunlar:

1.Gaziyanı Rum,

2.Baciyanı Rum,

3.Ahiyanı Rum,

4.Abdalanı Rumdur.

Bu dört grup 900 lü yıllardan itibaren Anadoluya gelmiş ve birbiriyle kardeşlik, dayanışma duyguları içinde faaliyet göstermişlerdir. Gaziler, Bacılar, Ahiler ve Abdallar Peygamberimizin Hz Ali’ye söylediği hadisi ideal olarak almışlar ve hiçbir zaman hadisin manasını unutmamışlardır. Resulullah Hayber’in fethiyle görevlendirdiği Hz Ali’ye şöyle demişti: ”Vallahi senin vesilenle bir kişinin imana hidayete ermesi üzerine güneş doğan her şeyden daha hayırlıdır. ” Çoğu Türkmen olan bu gaziler Anadolu’daki İslami faaliyetleri “örgütlü davet” şeklinde yürütüyorlar ve bu dört grup birbirleriyle yardımlaşıyor, birbirlerinin eksiğini tamamlıyorlardı. Anadolu Gazileri yıllar süren davet ve gayri nizamı gazalar sonucu ülfet peyda ettiği Anadolu’nun Rum halkıyla yaşamaya alışmışlardı. Zaten Gazilerin mücadele ettiği asılzadeler, toprak ağaları, tekfurlar ve Bizans yönetimi Anadolu halkını yıllardır sömürerek canlarından bezdirmişlerdi. Gruplarla ilgili geniş bilgi için bkz: https://www.cemilpasli.com/oezel-boeluemler/tuerk-alevilii/anadoluda-turklerin-yerlesmesi-ve-islam-faaliyetler 

Özellikle maddenin, materyalizmin zirve yaptığı bir zamanda İslam toplumu ‘’ücret istememe’’ farzına daha çok riayet etmeli.

Said Nursi, İslam’ın bu ‘’ücret istememe’’ farzını 2. Mektupta 6 sağlam gerekçeyle günümüze bakın nasıl yorumluyor:

‘’Bana bir hediye gönderdin. Gayet ehemmiyetli bir kaidemi bozmak istersin. Ben demiyorum ki “Kardeşim ve biraderzadem olan Abdülmecid ve Abdurrahman’dan kabul etmediğim gibi senden de kabul etmem.” Çünkü sen, onlardan daha ileri ve ruhuma daha yakın olduğundan herkesin hediyesi reddedilse seninki bir defaya mahsus olmak üzere reddedilmez. Fakat bu münasebetle o kaidemin sırrını söyleyeceğim. Şöyle ki:

Eski Said minnet almazdı. Minnetin altına girmektense ölümü tercih ederdi. Çok zahmet ve meşakkat çektiği halde kaidesini bozmadı. Eski Said’in senin bu bîçare kardeşine irsiyet kalan şu hasleti ise tezehhüd ve sun’î bir istiğna değil belki dört beş ciddi esbaba istinad eder.

Birincisi: Ehl-i dalalet, ehl-i ilmi; ilmi vasıta-i cer etmekle ittiham ediyorlar. “İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar.” deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır.

İkincisi: Neşr-i hak için enbiyaya ittiba etmekle mükellefiz. Kur’an-ı Hakîm’de, hakkı neşredenler: ‘’Bizim ücretimiz sadece Allah’a aittir, bizim ücretimiz sadece Allah’tandır diyerek insanlardan istiğna göstermişler. Sure-i Yâsin’de ‘’Uyun o elçilere ki, sizden yaptıkları hizmet mukabilinde ücret istemezler’’ cümlesi, meselemiz hakkında çok manidardır.’’ Bkz. Mektubat, 2. Mektup

‘’Deizm’’ tartışmalarının yapıldığı, ‘’dünyevileşme’’ konusunun konuşulduğu günümüzde en acil meselemiz din eğitimi ve din hizmeti karşılığının dünyevi olarak talep edilmesi ve alınmasıdır. Zarfların sürekli hareket halinde olduğu, kayıt-dışı transferlerin zirve yaptığı, herhangi bir somut katkı üretmeyen milyonlarca insanın geçindiği garip bir sektör haline gelmiş din eğitimi ve din hizmet sunumu.

Bana göre %10 ların altına düşmeyen işsizlik rakamlarının 1. Sebebi sağlam bir kayıt ve takip sistemi olmadan yapılan sosyal yardımlar, 2. Sebebi din eğitimi ve din hizmeti sunumundan geçinen insanlar.

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de buyurdu: ‘’İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. Sonra da çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.’’ Necm, 53/39

Peygamber(s.a.v.) hadisinde şöyle söyledi: “Hiçbir kimse, asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir. Allah’ın Peygamberi Dâvûd aleyhisselâm da kendi elinin emeğini yerdi.” Buhârî, Büyû’ 15, Enbiyâ 37

O halde ey Müslümanlar!

Gelin bu dini sadece Allah’a has kılarak yaşayalım.

Ve bu dini ‘’ Önce bireysel olarak kendimiz sadece Allah’a has kılarak yaşayalım, sonra da din hizmeti ve din eğitimi verenlerden talep edelim.’’

‘’Din adamları sınıfı olmayan (la rehbaniyete fil İslam), herkesin bilmesi, yaşaması gereken Yüce dini geçim vesilesi olmaktan çıkaralım.

Aksi takdirde geminin altında daha büyük delikler açılır ve hep birlikte dünya ve ahiret azap denizine batarız.

‘’Ve asla zulmedenlerden yana eğilim göstermeyin! Yoksa ateş size de dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur, sonra size yardım da edilmez.’’ Hud, 11/113

Yorum Ekle