Takım elbise, kravat, resmiyet, ciddiyet ve sivilleşme.

Kamu personeli için 15 Mayıs-15 Eylül tarihleri arası “Yaz kıyafet uygulaması” geçerlidir. Başbakanlık, 2007 yılında yayımladığı genelge ile yaz dönemi kılık kıyafet uygulamasının hangi aylarda uygulanacağını belirlemiş ve 2006 yılında yayımlanan Genelgeyi yürürlükten kaldırmıştır. Buna göre, 15 Mayıs- 15 Eylül tarihleri arasında yaz dönemi kıyafet uygulamasına geçilmelidir. Genelgeye göre bu dönemde, makam odalarına giriş ve çıkışlar dahil olmak üzere ceket giyme ve kravat takma zorunluluğu bulunmamaktadır.

Cumhurbaşkanı ve Başbakan ve birçok bakan uygulamalarıyla örnek olduğu bu sivilleşme adımına toplum ne kadar destek vermektedir ?

Üzülerek ifade etmem gerekirse bu konuda toplumun desteği oldukça sınırlı kalmıştır. Kamu da çalışan başta üst düzey yöneticiler olmak  üzere , toplumun da farklı meslek gruplarından hiç mecburiyeti , hatta “resmiyetle” alakası olmayan insanlar bu sıcak yaz aylarında dahi takım elbise ve kravattan vazgeçmemişlerdir.

Tarihin en sıcak yazlarından birini yaşadığımız halde , televizyon da program yapan bir kişiyi , ya da konferans veren akademisyeni , iftar veren ev sahibini , basın toplantısı düzenleyen Stk başkanını , önemli bir nikaha katılan davetlilerin çoğunu takım elbise ve kravatla gördüm.

Bu zikrettiğim insanlar arasında bir zamanlar mecburi olduğu halde kravat takmamak için her tür bahaneye sarılanların , şu an kravat takmak için çeşitli bahane ürettiklerini müşahede ettim. Tam bir ifrat-tefrit yaklaşımı.

Takım elbisenin bu sıcaklara rağmen ısrarla giyilmesinin kökleri eskilere gidiyor. Türkiye’de takım elbise ve kravat takma modernliğin bir ölçütü olarak uygulandı senelerce. O kadar ki Anadolu’nun en ücra köyünde düğüne katılın damat ve sağdıçların takım elbiseli ve kravatlı olduğunu görürsünüz.

Jön Türkler, Batıda eğitim görmüş genç Osmanlılardı. II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinde etkili olmuşlar ve Batı tarzı giyinmeyi benimsemişlerdi. Onları hafta sonları ve akşamları da takım elbise ve kravatla görmek mümkündü.  Aldıkları eğitimin , savundukları batılı fikirlerin yanında kılık-kıyafetleriyle de batılılaşmayı temsil ediyorlardı. Onlarla başlayan modernleşmeyi kıyafetle ifade etme biçimi zamanla bu alanda ki özel bir gayretinde sonucunda Anadolu’da kök saldı.

Bazı insanlar zaman içerisinde sanki takım elbise ve kravatla bütünleşti. Kendini onunla anlamlandırdı. Onsuz kendisini savunmasız ve anlamsız hissetmeye başladı. Adeta insanların içine saklanıp aradan dünyaya baktıkları bir siper , bir sığınak , bir kale haline geldi.

Bu manaları düşündüğümde bana göre 2007 yılındaki genelge bir büyük değişimin adımıydı. Devlet resmi yüzünü bir yana bırakmalı ve daha sıcak , halka daha yakın durmalıydı. ”İnsanlar emirlerinin , idarecilerinin yolu üzerindedir” ilkesi gereği olarak ta devlet büyükleri halka da bu konuda rehberlik yapmalıydı.

Erkek modacısı olarak tanınan Hatice Gökçe, önümüzdeki hafta sonu başlayacak İstanbul Moda Haftası için ‘Jön Türkler’ adını verdiği bir koleksiyon hazırladı. Erkek giyiminde tabuları yıkmak ve takım elbisenin hükümranlığından kurtulup erkekleri hürriyetine kavuşturmak isteyen Gökçe, Jön Türklerin yenilikçiliğinden etkilendiğini söylüyor.

Onlardan yüzyıl sonra genç bir kadın, modacı Hatice Gökçe, erkek giyimindeki batı tarzı hükümranlığını yıkıp rahatlık ve özgürlük vaad eden kıyafetler tasarlamayı hedefliyor. Jön Türkler koleksiyonu aslında moda içinde bir yenilenme hareketi. İnsanlığın bilhassa erkeklerin rahatlamaya ihtiyacı var. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana ciddi anlamda Batı’dan referans alarak hareket ettik. Oysa dünya bizim kaynaklarımızı kullanıyor. Bizim sırtımızı dönüyor olmamız çok enteresan. Amacım bunları deşmek.

Erkek giyimi sosyal baskıyla şekillendiği için doğal olarak alışılmış bir kalıp var. O kalıbın dışına çıktığınızda her şey feminen algılanıyor. Dünyada üniversitelerde erkek giyimiyle ilgili bölümler var. Türkiye’de bu konuda master tezi bile yok. Zaten Türkiye’de ithal edilmiş bir giyim kültürü var. Üretim İngiliz veya İtalyan giyim anlayışına göre. Fason üretmeye alışmışız. Ölçü sistemleri bile onlara göre. Japonların, İtalyanların kendi ölçü birimleri var. Biz Türk erkeklerinin ölçüsünü bilmiyoruz. Tanımadığımız bir vücuda kıyafet satıyoruz. Bu en baştaki temel sorun. Bu yüzden master tezimde Türk erkeklerin ölçü haritasını çıkartıyorum.

Pierre Loti 1910’da V. Mehmet’i ziyaretinde, “Başında fes olmasa, gri takım elbise içindeki Sultan’ı gören, onu herhangi bir Fransız burjuvası sayabilirdi” der ve ekler:

“Bizi taklit ederek bütün kıymetinizi ve hususiyetinizi yitirecek ve sıradanlaşacaksınız.”

Her konuda olduğu gibi giyim konusunda da bize eskiden beri tabu gibi sunulan değil ; gereken analiz ve incelemeleri yaparak kültürümüze , yapımıza , inancımıza en uygun olanı tercih etmek durumundayız. O zaman “kendimiz” oluruz. O zaman izleyen değil izlenen , edilgen değil etken , gündemi belirlenen değil , gündem belirleyen bir millet oluruz.

Yorum Ekle