Duvar yazısı olarak ta kullanılan bu söz aslında günlük hayatımızda söz ve davranışlarımızda çok dikkat etmemiz gereken bir hakikati içeriyor. Söz adaletin sınırlarını çiziyor.
Yüce Allah kitabında :”Kim hidayete ererse, kendi nefsi için hidayete erer; kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Biz, bir elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluma) azap edecek değiliz”[1] ifadesiyle sorumluluğun sadece işleyene ait olduğunu bir kişinin yaptığı hatadan dolayı, onun eşini, çocuklarını, ailesini, aşiretini, milletini suçlamanın adalete uygun olmadığını ifade etmiştir.
Ama insan nefsinde genellemek, yuvarlamak, ilim sahibi olmadan fikir sahibi olmak, bir kişinin küçük bir hatasından dolayı tüm milletini mahkum etmek gibi bir meyil var. Günlük konuşmalarımıza dikkat edelim. Çoğu genelleme ve yuvarlama içerikli. Örnek vermek gerekirse: Dağlılar şöyle, ovalılar böyle, aleviler … Sünniler…,Kürtler …,gençler …,yaşlılar …,kadınlar …,erkekler…,gazeteciler …,doktorlar…,sanatçılar…,sporcular…,siyasetçiler…
Bu genellemeler sosyal barışımıza hizmet etmiyor dostlar. Allah’ın bize adalet ilkesi olarak sunduğu esas mizanda ortaya konulmuştur. Kişinin doğrularını sevaplarını terazinin bir kefesine, yanlışlarını günahlarını diğer kefesine koyup tartacaksın. Hangi taraf ağır basarsa o kişiye ona göre muamele edilir..1 trilyon günahı ,1 trilyon 1 sevabı varsa o insan “iyi” insandır ve 1 sevap farkla direk cennete girer.
Geçen hafta Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, Hacıbektaş’taki törenlere katıldı. Çok da mükemmel oldu. Cumhurbaşkanımızın konuşmasını protesto etmek isteyen küçük bir zümreye aldırış edilmedi. Bunlar bu gibi girişimlerde her zaman yaşanması muhtemel olaylar.
O taşkın topluluk amacına ulaşamadı. Bu topluluğun hareketleri Hacı Bektaş-ı Veli’nin evrensel sevgi ,uzlaşı mesajlarıyla ne kadar bağdaşıyor ? Değil devletin en zirvesindeki insan için yapılan saygısızlık, oraya gelen herhangi bir kişiye gösterilen saygısızlık bile yüreği insan sevgisiyle dolu Alevileri derinden yaraladığından eminim.
Cumhurbaşkanımız protesto riskine aldırmadan Hacıbektaş’taki törenlere iştirak etti. Birleştirici, bütünleştirici bir konuşma yaptı. Kürsüden indikten sonra konuşmadan daha güzelini yaptı ve halkın arasına karıştı. Akşam haberleri ve ertesi gün tüm gazeteler bu güzelliği aktardı. Alevi vatandaşlarımızla Devletin başı Abdullah Gül sarmaş dolaş. Bu fotoğrafları gören herkes rahatlıkla ‘İşte devlet millet kucaklaşması’ demiştir. Cumhurbaşkanımız Köşk’e çıkar çıkmaz , Güneydoğu’ya da bir seyahat yapmış ve Kürtler, onu bağrına basmıştı. O zaman da . Zaten cumhurbaşkanlığı makamının varlık nedenlerinden biri de bu değil mi? Milletin tamamını samimi bir şekilde kucaklamak, onların problemlerine çözümler üretmek, üretilen çözümlerin önünü açmak…
Bir gazetenin pazar günkü sayısının birinci sayfasından verdiği çok önemli bir haber vardı: Habere göre Ebuzer Gıffari Bakır adındaki bir imam, Alevi köyüne tayin ediliyor. Orada yaşadıklarını Bir Alevi Köyü İmamının Hatıraları ismini verdiği kitabında anlatıyor. Yozgat Kababel köyüne tayin olan Bakır, önyargılarını anlatıyor önce. Sonra da o peşin hükümlerin insanları tanıdıkça nasıl yok olduğunu, arada nasıl derin bir sevgi ve saygı oluştuğunu naklediyor.
“Türk Aleviliği”[2] isimli araştırma kitabının yazarı olarak yukarıdaki tespitlere bütün içtenliğimle katılıyorum. Asıl ihtiyacımız olan gerçekte budur. Bu ülkenin çocukları ön yargıların tutsağı olmadan, genellemeden, şartsız birbirini daha yakından tanıdıkça daha iyi anlayacak, daha derinden sevecektir. Çünkü bu topraklar sevgi ile yoğrulmuştur.
Ne demişti Pir: “Sevelim sevilelim. Dünya kimseye kalmaz.”
2 Türk Aleviliği,Cemil PASLI ,Gündönümü Yayınları-2006,İstanbul