Şu kısacık hayat değirmeninde bize verilen süre ve imkanlar sınırlı, istek, talep ve emellerimiz sınırsızdır.
‘Şimdi’ ile yüzleşmek, kendisiyle, aynalarla barış içinde bir hayat sürmek çoğumuzun cesaret edemediği bir husustur.
‘Şimdi’ ile yüzleşemediğimizde ya geçmişe(mazi), ya da geleceğe(ati) kaçarız.
Kur’an-ı Kerim dünya ve ahrette insanın bu kaçış mazeretine dikkat çeker ve uyarır:
O gün insan: “Kaçacak yer yok mu?” der. Kıyame, 75/10
Ve kaçış için sürekli ürettiğimiz, süpervizörlüğünü şeytan ve nefsin yaptığı mazeretler…
‘Yarın yaparım’, ‘Daha sonra’, ‘Referandumdan sonra’, ‘Seçimden sonra’, sonra, sonra, sonra…
Ve hiç beklemediğimiz bir zamanda ‘kalemleri bırak’ emri.
Ortaokulda Fen Bilgisi öğretmenimiz Faruk hoca çoktan seçmeli, doğru-yanlış ve boşluk doldurmalı 100 sorulu bir soru kağıdı hazırlamış,
her doğru cevabın 1,5 puan olduğunu ifade etmiş ve toplam 30 dakika süre sınırı belirlemişti.
Bu halde 66 doğru 100 puan almanıza yetiyordu.
Bir hafta sonra 1200 kişilik Alparslan Ortaokulu idarecileri, öğretmenleri ve öğrencileri ile beni tanımış, Faruk Hocam beni okulda meşhur etmişti.
Sebep, Faruk Hoca benden 66 doğru cevap isterken ben 30 dakikada 92 doğru cevap işaretlememdi.
İlkokulu Çeltek Köyünde okumuş 55 bin nüfuslu Zile ilçesinde 2 ortaokuldan birisinde yaşadığım bu onur beni çok etkilemişti.
Bu olayı hiç unutmadım.
İnsanlara elimden geldiğince hep beklediklerinden daha fazlasını vermeye çalıştım.
18 yaşında Sağlık Memuru olduğumda Yozgat-Çekerek-Kazankaya’da aynı anlayışla çalışmaya başladım.
Babaları kanserin son aşamasında olan evlatların hakları olmayan bir talebi dile getirdiklerini düşünerek ezile-büzüle,
‘’Cemil Bey, babamızın ağrıları sabah şiddetleniyor, sabah namazından sonra iğne yapmak için bizim eve gelebilir misin?’’ diye sormuşlardı.
‘’Elbette dedim, bizi devletimiz 7/24 esasına göre hizmet için yetiştirdi’’ diye cevap verdim.
İğne sonrası hazırlanan kahvaltıdan rahatsız olmuştum.
‘’Teyze bu kahvaltı beni rahatsız ediyor, lütfen, ben görevimi yapıyorum’’ diye rahatsızlığımı ifade ettim.
Teyze’nin cevabını da hiç unutmadım:
‘’Evladım, sağlıkçım, yiğenim benim evime sabah namazı DEVLET geliyor, bunun karşısında benim hazırladığım kahvaltının sözümü olur’’ demişti.
Teyzem beni 18 yaşında bir delikanlı değil, DEVLET olarak görüyordu.
Bu bakış açısına biz ‘Anadolu İrfanı’ diyoruz.
Rabbim yine GERÇEK İYİLİĞE kavuşmanın sevdiklerimizden harcamaktan geçtiğini hatırlatıyor bize:
Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilendir. Al-i İmran, 3/92
Bu yazıyı arkadaşım, dostum, kardeşim Yusuf ÇİĞDEM’ in vefatı yazdırdı.
Tanıdığım günden itibaren herkesin iyiliği için koşturdu, hep iyi olmaya, iyi kalmaya gayret etti.
Ama ahir zamanı yaşayan, Yusuf’un ve bizlerin imtihana geldiğimiz dünya bütün kavimleri helak eden kötülüklerin birlikte zirvede yaşandığı bir döneme denk gelmişti.
Yusuf duruşunu hiç bozmadı, hep derinden ve ötelere bakıyormuşçasına gülümseyen yüzüyle kendine ayrılan süreyi en iyi değerlendirmenin yanında, kendisine kefaret için ek sürede verilip ödüllendirilerek sevgiliye kavuştu.
Bize büyük bir ders verdi Yusuf yüzlü.
Dizlere kadar gelen dünya çamurunda adeta uçarak geçti ve hiç bulaşmadı.
O’nun iyi niyetini sui-istimal edenler, 3-5 kuruş delikli kuruş için dinini dünyaya satanlar düşünsün şimdi.
Sağımızdan solumuzdan Yusuf yüzlülerin vaktini tamamlayıp sevgiliye kavuşmaları bize iyilik yapma konusunda daha fazla cesaret vermeli, motive etmeli ve asla ‘daha sonra’ dememeliyiz.
Akıllı insan başkasının başına gelenden ibret alandır.
Evet güzel insanlar güzel atlara binip bize bir ibret oluyorlar,
Rabbim Yusuf kardeşimize rahmet, başta babası Osman Amca olmak üzere tüm sevenlerine sabr-ı cemil versin.
Ruhu için Fatiha lütfen.