Bizden bir şey olur, bize bir şey olur.

Bizi de dahil ederek tüm Müslümanları içine alan din, tarih ve örfümüze aykırı iki cümle 300 yıldan fazla bir süredir bizim hareketlerimizin temel referansı oldu.

1.Bizden bir şey olmaz. (ümitsizlik, kendine güvenin olmaması, birbirine değer vermeme, birbirini hakir görme)

2.Bize bir şey olmaz. (lakaytlık, kuralsızlık, ‘sünnetullah’ tabir ettiğimiz tabiat kanunlarını bilmeme ve aykırı hareket, tembellik, pasiflik)

İslam alemi dünya üzerinde bütün alanlarda zirveyi 12. Asırda doğuda Maveraünnehir’de birçok İslam ülkesi ve batıda Endülüs Devletiyle yakaladı.

Bu üstünlük batıda 1492, doğuda 1517’ye kadar devam etti.

Zirvede iken  İbni Tufeyl dünyayı bir ada ve Hay bin Yakzan’ı da Müslümanların ideal şahsiyeti şeklinde kitabında anlattı.

Batı orta çağı yaşarken biz Müslümanlar her açıdan ümranın zirvelerindeydik.

12. asırdan sonra biz Müslümanlar zirvede olmanın rehavetiyle gelişme hızımızı yavaşlatırken batı Endülüs devletini yıkıp bütün mirasına kendi malıymış gibi sahiplenip reform ve Rönesansı o miras üzerine bina etti.

Batı entellektüelleri Endülüs ve diğer İslam ülkelerindeki birikimi alıp kendi yükselmelerine esas yaparken kendi çürük ve bozuk mallarını bizim pazarımıza parlak ambalajlar ve dini kılıflar içerisinde sürdüler.

1719’da zirveye çıktıklarını düşünen batılılar İbn Tufeyl’ in(1106-1186) Hay bin Yakzan’da anlattığı Müslüman Adem’e, Daniel De Foe’nin(1660-1731) Robinson Crusoe ile cevap verdiler.

Artık dünyaya hakim olan Hay bin Yakzan değil Robinson De Crusoe anlayışıydı ve O’nun kodlarıydı.

Terakkimizin merkez motoru Kur’an’ı Kerim’i kadife kılıflarla duvara astırıp sadece Cuma akşamları ve mezarlıklarda okunan bir zikir kitabı konumuna getirdiler.

9 sahih hadis kitabını inceleyip ortaya koydukları conkordans çalışması ile elde ettikleri bilgi birikimini ters yüz edip Peygamberimizin ümmetine mesajlarının özünü değiştirdiler.

1700 ile 1850 yılları arasında 15.000’ den fazla İslam, Müslümanlar ve Şark üzerine kitaplar yazdılar. En zeki öğrencilerini Üniversitelerin Oryentalizm/Şarkiyatçılık bölümüne yönlendirdiler.

Asırları aşan çalışmalarla İslami mesajın özünü ve içini boşaltıp şekli ve kabuğu bıraktılar.

O şekil ve kabuğa giren profesyonel şarkiyatçi/oryantalist ajanlar bizlere hoca kılığında kendi proje İslam’larını anlattılar.

Şunu anladılar ki; Sarıklı, sakallı, cübbelli, elinde 99’luk teşbih olan, Pazartesi-Perşembe oruçlu olduğunu söyleyen, ağzından Allah, maşallah, subhanallah, elhamdülillah, Allah-u Ekber zikirleri düşmeyen bir ajandan kimse şüphelenmezdi.

Böyle bir İngiliz ajanı Konya İli Beyşehir ilçesi Gönen köyünde Osmanlı döneminde 20. Yüzyıl başlarında 3,5 ay fahri vaizlik yapmıştı. Köy odasında kalmış ve köylülere İslam’ı(!) anlatmıştı. O zaman vaizlik yapan İngiliz ajan köy odasında hizmet eden genç Yusuf’u yıllar sonra 1. Dünya savaşında İngilizlere esir düşünce bu kez doktor olarak görev yaparken tanımıştı.

Bugün batı ve kodlarını tanımak için Robinson Crusoe şahsında belirlenen kodları iyi analiz etmek ve Hay bin Yakzan ile karşılaştırmalı okumak gerekiyor. (Daha geniş bilgi için bkz. :

HANGİSİ BİZİM ADEMİMİZ, HAYY MI, ROBİNSON MU ??? https://www.cemilpasli.com/?option=com_content&catid=4&id=818&view=article&Itemid=7&font-size=larger )

Rabbim biz Müslümanlardan yüzlerce kez ‘’akıl etmemizi, fikir etmemizi, tefekkür , taakkul, tedebbür etmemizi, daha çok çalışmamızı’’ istiyor. Kainatı tanımamızı ve terakkini için kainatta bizler için sakladığı hazineleri bulmamızı istiyor.

Bu konuda Müslümanlara bir öncelik ya da avantaj tanımayacağını kim daha çok çalışırsa dünyaya ve dünya nimetlerine onların sahip olacaklarını bildiriyor. ‘’İnsan için ancak çalıştığı vardır.’’ Necm, 39/53

O halde ‘’Bizden bir şey olmaz’’ cümlesiyle ifade edilen ümitsizlik, kendine güvenin olmaması, birbirine değer vermeme, birbirini hakir görme gibi sıfatlardan sıyrılıp, ümit, azim, çaba ve kararlılıkla daha çok , herkesten çok çalışacağız.

‘’Bize bir şey olmaz’’ cümlesinde ifadesini bulan lakaytlık, kuralsızlık, ‘sünnetullah’ tabir ettiğimiz tabiat kanunlarını bilmeme ve aykırı hareket, tembellik, pasiflik gibi huylardan silkinip daha çok ilim, amel, gayret ve ihlasla Rabbimize hakiki kulluğun gereğini ywerine getireceğiz.

Günden malum ekonomi. Bu benim 49 yıllık hayatımda yaşadığım 3. ekonomik ortam. Daha çok çalışmalı, daha katma-değeri yüksek ürünler üretmeliyiz. Herkez hesabını iyi yapmalı ve mutlaka tükettiğimizden daha çok üretmelidir.

Yoksa belli periyotlarla bu ekonomik şartların tekrarı iktisat biliminin kuralıdır.

Tıpta tabii ki mikroptan korunma,  uzak durma önemlidir. Ama asıl hekimlik, bağışıklık sisteminin kuvvetlendirilmesiyle mikrop vücuda temas etse dahi bağışıklık sisteminin mikrobu yok etmesi, onu etkisiz hale getirmesidir.

Evet sağa sola bakmadan herkes kendine şu soru sormalı: “Ne kadar üretiyor, ne kadar tüketiyorum?’’ Eğer tükettiği ürettiğinden fazla ise bir an evvel kendi hayatını yeniden dizayn etsin.

Veren el olsun. Zira veren el alan elden üstündür.

Mehmet Akif merhumun sözüyle bağlayalım konuyu:

‘’- Mehmed Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için

Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.

Ne işin var kiremitlerde a sersem desene!

İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.

Hadi aktamıyayım… Kim getirir ekmeğimi?

Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?

Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası:

Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!’’

Sözün özü: Herkes 75 yaşındaki Seyfi Baba gibi kendi ekmeğini kazansın, kimse namerde el açmasın, işte o zaman biz dünyanın 5 ekonomisi arasındayız.

Yorum Ekle