Önceki yazımda “yaşarken insanlara zulmeden zalimler , öldükten sonra da zulme devam ediyorlar. Eğer yolunuz düşer de Nemrut dağına çıkarsanız bunu “hakkalyakin” anlayacaksınız. Yaşarken rahmete vesile olanlar yine insanlığa rahmet yolunda hizmet ediyor. Bunu da önümüzdeki yazıda Urfa’yı anlatırken zikredeceğim” demiştim.
Urfa tam manasıyla “Peygamberler şehri”. İnsana huzur veren mükemmel bir atmosferi var.24 saat kadar kalabildiğimiz Urfa ilk defa gelen eşimi, kardeşimi ve çocuklarımı adeta kendisine hayran bıraktı. Konyalı olan ve Konya’dan kesinlikle ayrılmayı düşünmeyen eşim “hemen yarın Urfa’ya yerleşelim dersen cevabım en güçlü bir şekilde “evet olacaktır “ dedi.
Bu şehri tamamen gezebilmeniz için en az 1 aya ihtiyacınız var dostlar. Yani biz bir küp baldan bir parmak aldık, tadına baktık. Ama o parmakla da küpteki bal hakkında bilgiye sahip oluyorsunuz.
Urfa tüm farklılıkları, güzellikleri canlı bir şekilde bünyesinde muhafaza ediyor. İnsanları gayet sıcak, cömert ve içten. Tarihi dokuyu mükemmel bir şekilde muhafaza ediyor. Eski Urfa tüm ihtişamıyla koruma altına alınmış yeni şehri onlardan ayrı mekanlara kurmuşlar. Bazen de eski ve yeni birlikte yaşıyor.
Kısaca bir tarafta 4-5 bin yıla dayanan antik şehir yani mazi bütün ihtişamıyla duruyor. Diğer yanda ona bakarak şekillenen, gelişen, büyüyen yeni şehir. Bu atmosfer insana mükemmel bir haz veriyor dostlar. Yeni şehrin yoğunluğu, stresi, kalabalığı, gürültüsü sizi sıkarsa kendinizi antik şehrin kollarına atıp bir nefes alıyorsunuz. Dinleniyorsunuz. Ona bakarak hareket ediyorsunuz. Başınızda bir büyük gibi: ”Evladım sakın mazini unutma , mazisini unutanın müstakbeli de yoktur “ dediğini duyar gibi oluyorsunuz.
Urfa’dan Gaziantep’e geldik. Mutfak müzeleri sizi karşılıyor burada. Türkiye’nin damak tadı açısından en zengini ili diyebiliriz Gaziantep için. Etin, tatlının, tuzlunun, meşrubatın kısaca lezzetin en incelikleri sunuluyor. Bu lezzetler tam ifadesiyle “anlatılmaz yaşanır” güzellikler. Antepli arkadaşımın bir düşünürün şehri gezerken söylediği şu cümle her şeyi özetliyor. ”Bu şehirde insanların yarısı, diğer yarısını doyurmak için uğraş veriyor.” Ya da yaygın bir şekilde Anteplilerin kendileri için söyledikleri “biz 6 gün çalışır 7. gün çalıştığımızı yeriz” gerçeğini görüyorsunuz.
Oradan Kahramanmaraş’a geçtik. Meşhur dondurması gerçekten sadece Maraş’ta yeniyor. Baharatçılar , bakırcılar çarşıları harika. Kaleden yeşil Maraş’ı izleyebiliyorsunuz. Maraş’tan Adana’ya geçtik. Adanalıların biraz asabi olması galiba havasından. İnsan sinirlerini alt üst eden çok nemli, ağır bir havası var Adana’nın. Taşköprü –Seyhan nehri-Sabancı Camii mükemmel bir üçlü olmuş. Görüntü muhteşem.
Adana’dan Tarsus, Mersin, Erdemli, Silifke, Mut, Karaman Konya’ya döndük. Tarsus şelalesi, Ashabı Kehf, Kanlı Divane, cennet, cehennem, astım mağarası, Taşköprü şelalesi görmeniz gereken yerler. Sertavuldan geçecekseniz et yemek ve suyundan içmek için mutlaka durmalısınız. Çok güzel tesisler yapılmış orada.
Ülkemiz cennet gibi. Şehirler hızla büyüyor. İnsanımız çalışıyor, illerini imar ediyor. Her gittiğiniz yerde güzellikler sizi karşılıyor.
Son söz: Benden size dost tavsiyesi; kendinize senede bir mutlaka format çekin, seyahat edin sıhhat bulun, yuvarlanan taş yosun tutmaz. Boş verin dünya işlerini bir süre. Dünyanın işini kim bitirebilmiş ki?