İnsan kainatın küçültülmüş bir numunesidir. Her anlamda kainatta ne varsa insan da vardır. Yüce yaratıcı insanı öyle dizayn etmiştir ki kainatın sırlarını çözmek isteyenler insanı iyi incelediklerinde maksatlarına ulaşabilirler. Onun içindir ki en eski nasihatlerdendir: “KENDİNİ BİL” sözü.
Bu hakikat derviş Yunus’un dilinden de ifade edilmiştir:
İlim ilim bilmektir , ilim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen , bu nice okumaktır.
İnsana uzuvlarının yerleştiriliş sırasına göre , yukarıdan aşağıya bakalım. En üstte beyin , sonra , kalp , sonra mide ve cinsellik organı. Yüce yaratıcı bize bu dizilişle mükemmel bir ders veriyor. Bu günkü tabirle protokol sıralamasını bize anlatıyor.
Önce akılla anlayacaksın , kalp ve vicdanınla iman edeceksin , midene ancak selim akıl ve kalbin onayından geçen yiyecek ve içecekleri koyacaksın ve yine cinsel ihtiyaçlarını selim akıl ve kalbin onayladığı yoldan gidereceksin.
Aklın nuru fünun-u medeniye (fenni ilimler) , vicdanın ziyası ulum-u diniyedir , ikisinin birleşmesinden HAKİKAT tecelli eder. Ayrıldıklarında birinden İNKAR , diğerinden TAASSUP ortaya çıkar.[1]
Yine Said Nursi günde 40 defa rabbimizin bizi ulaştırmasını istediğimiz sıratı müstakimi şöyle anlatır: Kuvve-i Akliye, İşaratü’l İ’caz’da şu şekilde tarif ediliyor:
İnsanda 3 kuvve vardır.
1–Kuvve-i akliye: Kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabâvettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya malik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder ; bâtılı bâtıl bilir, içtinap eder.
2-Kuvve-i gadabiye. Kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi, cebanettir ki korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddî ve ne mânevî hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattir ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.”
3 – Kuvve-i şeheviye: Kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki, ne helâle ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki, namusları ve ırzları pâyimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki, helâline şehveti var, harama yoktur.”[2]
Hz. Adem ve Hz. Havva kendilerine yasaklanan meyveyi yediklerinde “avret yerleri” açıldı. “Böylece İblis onları aldatarak ağaçtan yemeğe sevk etti . Ve ağacın meyvesinden tadınca, avret yerleri onlara göründü. Cennet yapraklarıyla ayıp yerlerini örtmeye başladılar. Bunun üzerine Rableri onlara şöyle nida etti: “Ben size bu ağaçtan yemenizi yasak etmedim mi? Ve size şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır demedim mi.” [3] Demek ki haram lokma insanın avret yerlerini ortay çıkarıyor. Namus ve haya duygusuna zarar veriyor. Ancak samimi bir tövbeyle o halden kurtulmak mümkün hale geliyor.
Öyle ise dostlar ; dünya ve ahiret mutluluğu isteyen her insan; beyin (akıl) , kalp (vicdan) , mide ve cinsel ihtiyaç sıralamasını iyi yapmalıdır. İnsanları amuda kaldırarak , bu sıralamayı tersine çevirmek mümkündür. Ama bu amuda kaldırılmış insan dünya ve ahiret mutluluğundan çok uzaktır. Bunun milyonlarca örneği sosyal hayatımızda görülmüyor mu ?
[2] Said Nursi, İşârâtü’l-İ’câz, Fâtiha Sûresi.