20. asrın ilk darbesinin üzerinden tam 101 yıl geçti.
Ama biz ülke olarak hala darbeleri konuşuyoruz.
İlk darbe ile bu gün yapmaya teşebbüs edildiği iddia edilenler arasında benzerlikler var mı ?
Darbenin mantığı , usulü, sistemi , gerekçesi nedir ?
O, ilk darbenin hazırlandığı zamanı iliklerine kadar yaşamış ve darbenin kurduğu mahkemede yargılanmış beraat etmiş ve mahkemeden ayrıldığında tarihe geçen şu sözü defalarca yüksek sesle haykırmıştır:
”Zalimler için yaşasın cehennem”
O halde dostlar, o şahide , Bediüzzaman Said Nursi’ye sözü bırakalım ve noktasına virgülüne dokunmadan yaşadıklarını kendisinden dinleyelim:
“Otuzbir Mart” Hâdisesi denilen o sâika ve müdhiş fırtına, esbab-ı adîde tahtında öyle bir istidad-ı tabiîyi müheyya etmişti ki; neticesi herc ü merc olduğu halde, min-indillâh ehl-i kıyamın lisanına daima mu’cizesini gösteren ism-i Şeriat geldi. O fırtınayı gayet hafif geçirdiğinden , Nisanın nısfından sonraki gazeteleri indallah mahkûm ediyor. Zira o hâdiseye sebebiyet veren yedi mes’ele ve onunla beraber yedi hal nazar-ı mütâlâaya alınsa, hakikat tezahür eder. Onlar da bunlardır:
1- Yüzde doksanı İttihad ve Terakki’nin aleyhinde, hem onların tahakkümü ve istibdadı aleyhinde bir hareket idi.
2- Fırkaların meydân-ı münakaşâtı olan vükelâyı tebdil idi.
3- Sultan-ı mazlûmu sukut-u musammemden kurtarmaktı.
4- Hissiyat-ı askeriyenin ve âdâb-ı dindaranelerinin muhalif telkinatının önüne sed çekmekti.
5- Pek çok büyütülen Hasan Fehmi Bey’in katilini meydana çıkarmaktı.
6- Kadro haricine çıkanları ve alay zâbitlerini mağdur etmemekti.
7- Hürriyeti, sefahete şumulünü men’ ve âdâb-ı Şeriatla tahdid ve avâmın siyaset-i şer’î bildikleri yalnız kısas ve kat’-ı yed haddini icra idi.
Fakat zemin bataklık ve dam ve plân serilmişti. Mukaddes olan itaat-ı askeriye feda edildi. Üss-ül-esas esbab, fırkaların tarafdarane ve garazkârane münakaşatı ve gazetelerin belâğat yerine mübalağat ve yalan ve ifrat-perverane keşmekeşleri idi. Bu metâlib-i seb’ada; nasılki yedi renk çevrilse yalnız beyaz görünür, bunda da yalnız ziya-yı şeriat-ı beyza tecelli etti. Zira fesadın önüne sed çekti.
Elhâsıl: Sekiz-dokuz ayda gazetelerin heyecan verici neşriyatıyla ve fırkaların cem’iyetlere fedai yazmakla ve inkılabı vücuda getiren zevatın tahakkümatıyla ve itaat-ı askeriyeye münafî olan hürriyet-i mutlaka efrada sirayetle ve âdâb-ı diniyeye muhalif zannettikleri şeyleri bazı dikkatsizlerin efrada telkinatıyla ve itaat bozulduktan sonra müstebidler, câhil mutaassıblar, dinde hassas, muhakeme-i akliyede noksan olanlar iyilik zannı ile o bataklık zeminde tohum ekmeğe başlamasıyla ve devletin umum siyaseti câhil efradın elinde kalmakla ve bir milyona yakın fişenk havaya atılmakla ve dâhil ve hariç müddeîler parmak vurmakla ortalık anarşistlik haline girdiğinden bu hâdisenin istidad-ı tabiîsi, herc ü merc ve müdahale-i ecnebî iken; min-indillâh ism-i Şeriat, o müteaddid sebeblerden çıkan ervah-ı habîse ve münteşireyi yuvalarına irca’ ile onüç asırdan sonra bir mu’cize daha gösterdi.
Hem geçen inkılâb-ı azîmde ordu ve ülemanın “Meşrutiyet, Şeriata müsteniddir” diye yükselen sadası, umum ehl-i İslâmın vicdanlarını manyetizmalandırdı. O inkılâb, inkılabların kaide-i tabiiyesini hark ile, şeriatın tesir-i mu’cizânesini gösterdi. Ve daima da gösterecektir. Nisanın nısf-ı âhirinde çıkan gazetelerin esas-ı fikirlerine mu’terizim. Şöyle ki:
Hayat onun yoluna feda edilen ve hayattan bin derece daha yüksek olan haysiyet ve itaat-ı askeriyeyi, -hayata feda edilen ve ehl-i vicdan nazarında gayet hasis olan âmâl-i nâmeşrûaya- feda etmeğe ihtimal verdiler. Hem de hakaik ve ahval onun cazibesine tâbi ve o merkeze merbut olan şems-i Şeriat, saltanata veya hilafete veya başka siyasete tâbi ve âlet tevehhümüyle, bir şems-i müniri, münkesif bir yıldıza peyk ve cazibesine tâbi itikad etmek gibi göstermekle tarîk-i dalâlete sülûk ettiler.
Bütün kuvvetimle derim ki: Terakkimiz, ancak milliyetimiz olan İslâmiyetin terakkisiyle ve hakaik-i Şeriatın tecellisiyledir. Yoksa “Yürüyüşünü terk etti, başkasının da yürüyüşünü öğrenmedi” diye olan darb-ı mesele mâsadak olacağız.
Evet, hem şan u şeref-i millet-i İslâmiyye, hem sevab-ı âhiret, hem hamiyet-i milliye, hem hamiyet-i İslâmiye, hem hubb-u vatan, hem hubb-u din ile mütehassis olmalıyız. Zira müsennâ daha muhkemdir.
Ey Paşalar, Zabitler! Cinayetlerime ceza ve şimdi suallerime de cevab isterim. İslâmiyet ise insaniyet-i kübrâ… ve Şeriat ise medeniyet-i fuzla (en faziletli) olduğundan; Âlem-i İslâmiyet, medine-i fâzıla-i Eflâtuniye olmağa sezâdır.
Birinci sual: Gazetelerin aldatmalarıyla meşrû bilerek, buradaki görenek ve âdete binâen cereyan-ı umumîye kapılan safdillerin cezası nedir?
İkinci sual: Bir insan yılan suretine girse, yahut bir veli haydut kıyafetine girse veyahut meşrutiyet, istibdad şekline girse; ona taarruz edenlerin cezası nedir? Belki hakikaten onlar yılandırlar, haydutturlar ve istibdaddırlar.
Üçüncü sual: Acaba müstebid yalnız bir şahıs mı olur? Müteaddid şahıslar müstebid olmaz mı? Bence, kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdad münkasım olmuş olur. Ve komitecilikle tam şiddetlenir.
Dördüncü sual: Bir mâsumu idam etmek mi, yoksa on câniyi affetmek mi daha zarardır?
Beşinci sual: Maddî tazyikler, ehl-i meslek ve fikre galebe etmediği gibi, daha ziyade nifak ve tefrika vermez mi?
Altıncı sual: Bir mâden-i hayat-ı içtimaiyemiz olan ittihad-ı millet, ref-i imtiyazdan başka ne ile olur?
Yedinci sual: Müsavatı ihlâl ve yalnız bazılara tahsis ve haklarında kanunu tamamıyla tatbik etmek zâhiren adâlet iken, bir cihette acaba müsavatsızlıkla zulüm ve garaz olmaz mı? Hem de tebrie ve tahliye ile mâsumiyetleri tebeyyün eden ekser mahbusînin, belki yüzde sekseni mâsum iken; acaba ekseriyet nokta-i nazarında bu hâl hüküm-ferma olsa, garaz ve fikr-i intikam olmaz mı? Divan-ı Harbe diyeceğim yok, ihbar edenler düşünsünler.
Sekizinci sual: Bir fırka kendisine bir imtiyaz taksa, herkesin en hassas nokta-i asabiyyesine daima dokundura dokundura zorla herkesi meşrutiyete muhalif gibi gösterse ve herkes de onların kendilerine taktığı ism-i meşrutiyet altında olan muannid istibdada ilişmiş ise, acaba kabahat kimdedir?
Dokuzuncu sual: Acaba bahçıvan bir bahçenin kapısını açsa, herkese ibahe etse, sonra da zâyiat vuku bulsa kabahat kimdedir?
Onuncu sual: Fikir ve söz hürriyeti verilse, sonra da muahaze olunsa; acaba bîçâre milleti ateşe atmak için bir plân olmaz mı? Böyle olmasa idi, başka bahaneyle mevki-i tatbike konulacağı hayale gelmez mi idi?
Onbirinci sual: Herkes meşrutiyete yemin ediyor. Halbuki ya müsemma-yı meşrutiyete kendi muhalif veya muhalefet edenlere kaşı sükût etse, acaba keffaret-i yemin vermek lâzım gelmez mi? Ve millet yalancı olmaz mı? Ve mâsum olan efkâr-ı umumiye; yalancı, bunak ve gayr-ı mümeyyiz addolunmaz mı?
Elhâsıl: Şedid bir istibdad ve tahakküm, cehalet cihetiyle şimdi hüküm fermadır. Güya istibdad ve hafiyelik tenasüh etmiş. Ve maksad da Sultan Abdülhamid’den istirdad-ı hürriyet değilmiş. Belki hafif ve az istibdadı, şiddetli ve kesretli yapmakmış!
Yarım sual: Nazik ve zayıf bir vücud ki, sivrisineklerin ve arıların ısırmasına tahammül edemediği için, gayet telâş ve zahmetle onları def’e çalışırken biri çıksa, dese ki: Maksadı sivrisinekleri, arıları def’etmek değil.. belki büyük arslanı ikaz edip kendine musallat etmek ister. Acaba böyle demekle, hangi ahmağı kandıracaktır? “
Fe’tebiru ya ulul elbab = İbret alın ey akıl sahipleri !