Mavi Marmara ve diğer gemilerde 32 farklı ülkeden değişik inanç ve dünya görüşündeki 600 den fazla insan, İsrail ablukası altındaki Gazze’ye “ Rotamız Filistin yükümüz insani yardım “ sloganıyla sadece barış için hareket etmişti. Yaşananları biliyoruz.
Hicretin 6’ıncı yılı, Peygamberimiz, rüyasında Kâbe’yi ziyaret ettiklerini gördüğünü, yakında hep birlikte Mekke’ye gideceklerini ashâbına müjdeledi. Hazırlıklar tamamlandı. Savaş yapılması yasak olan aylarda bulunuyorlardı. Müslümanların amacı savaş olmayıp, yalnızca Kâbe’yi ziyâret etmekti. Mekkelileri telâşlandırmamak için, ashâbının silah taşımalarına izin vermemiş, sadece yolcu silâhı olarak birer kılıç almışlardı. Hac için Mekke’ye gelecek düşman kabîlelerle yolda karşılaşmamak için, Kâbe ziyâretini hac günlerinden önce yapmayı uygun görmüştü. Yanlarındaki 70 kurbanlık deveyi işaretlediler ve Zülhuleyfe’de “umre” niyetiyle ihrama girdiler. Yol güvenliğini sağlamak için 20 kadar süvâriyi öncü olarak gönderdiler.
Mekkeliler, Hz. Peygamberin Kâbe’yi ziyâret için yola çıktığını duyunca telâşlandılar. Müslümanları Mekke’ye sokmamağa karar verdiler. Velîd oğlu Hâlid ve Ebû Cehil’in oğlu İkrime’yi 200 süvâri ile öncü olarak gönderdiler. Peygamberimiz, Mekkelilerin bu kararını önden gönderdiği gözcüleri aracılığıyla öğrendi. Sağ tarafa sapıp, yol güzergâhını değiştirerek, Hudeybiye’ye kadar ilerledi.
Bu sırada bir elçi, Kureyş’in, Müslümanları Mekke’ye sokmamak için müşrik kabilelerle anlaştığını ve savaş hazırlığı içinde olduklarını haber verdi. Peygamberimiz savaş amacıyla değil, sâdece Kâbe’yi ziyâret için gelmişti. Kureyş’le görüşmek üzere Hz.Osman’ı Mekke’ye gönderdi. Hz. Osman, Ebû Süfyân ve diğer Kureyş ileri gelenleriyle görüştü. Maksatlarının sâdece Kâbe’yi ziyâret olduğunu anlattı. Mekkeliler:
-Hepinizi Mekke’ye bırakırsak, Araplar, “Kureyş Müslümanlardan korktu,” derler. Fakat istersen Kâbe’yi sen tavâf et, hepiniz birden olmaz, dediler.Hz. Osman, Kâbe’yi Müslümanlardan ayrı olarak ziyâret etmeyi kabûl etmedi.
-Rasûlullah (s.a.s.) tavâf etmedikce, ben de etmem, diyerek tekliflerini reddetti. O’nun bu davranışı Mekkelileri kızdırdı, göz hapsine aldılar ve dönmesine izin vermediler.
Hz. Osman’ın gecikmesi, Müslümanları telâşlandırdı. Öldürüleceğine dâir söylentiler çıktı. Böyle bir ihtimâle karşı Peygamberimiz (s.a.s.) gereken tedbirleri aldı. Müslümanları Allah yolunda yapacakları savaşta, canlarını fedâ etmekten çekinmeyeceklerine dâir, kendisine söz vermeye çağırdı.
Hudeybiye’de bir ağacın altında, bütün Müslümanlar sırayla Peygamberimizin ellerini tutarak biat ettiler. Allah yolunda ölünceye kadar savaşmağa, düşmandan kaçmamaya söz verdiler.
Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı Kerîm’de, Hudeybiye’de Rasûlullah (s.a.s.)’e bîat eden mü’minlerden hoşnut olduğunu bildirmiştir. Bu sebeple, İslâm Târihinde bu bîata “Rıdvân Bîatı” adı verilmiştir.
Müslümanların kararlılığını ve Hz. Peygamber’e bağlılıklarını gösteren bu bîatın Mekkeliler üzerindeki etkisi büyük oldu. Derhal Hz. Osman’ı serbest bıraktılar ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’le barış yapmak üzere Amr oğlu Süheyl başkanlığında bir heyet gönderdiler. Uzun müzâkere ve tartışmalardan sonra barış anlaşması imzalandı.
Hudeybiye Barışı’nın hemen bütün şartları, Müslümanların aleyhine görünüyordu. Fakat barışın Müslümanların yararına ve sonucun lehlerine olacağını Peygamberimiz biliyordu. Bu nedenle, barışı sağlamak için, aleyhlerinde görünen en ağır şartları kabûl etmişti.
Dönüşte yolda “Fetih Sûresi” indi, Cenâb- Hakk Hudeybiye anlaşmasının Müslümanlar için zillet ve yenilgi değil, aksine zafer olduğunu bildiriyordu. Gerçekten Hudeybiye anlaşması, Müslümanlığın Medine dışında yayılmasına bir başlangıç oldu. Mekkeliler o zamana kadar Müslümanlara, dağılıp yok olmağa mahkûm, derme-çatma bir topluluk gözü ile bakıyorlardı. Bu anlaşma ile Müslümanları bir devlet olarak tanımış oldular.
Anlaşmadan sonra Müslümanlarla müşrikler arasında görüşme ve temâslar arttı. Hz. Peygamber (s.a.s) İslâm’ı serbestçe yaymağa başladı. Hudeybiye anlaşmasından Mekke’nin fethine kadar geçen 21 aylık devrede Müslüman olanların sayısı, İslâm’ın doğuşundan, Hudeybiye Barışına kadar geçen 19 yılda Müslüman olanların sayısından kat kat fazla oldu. Hayber’ in ve Mekke’nin fethi gibi zaferler, Hudeybiye anlaşmasının sonucudur. Hudeybiye Barışı 2 yıl devâm etti.
7.Lema İkinci esas: فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذلِكَ فَتْحًا قَرِيبًا ifade ediyor ki: Sulh-u Hudeybiye, çendan zâhiri İslâm aleyhinde görülmüş ve Kureyşîler bir derece galib görünmüş olduğu halde manen Sulh-u Hudeybiye, mânevî büyük bir fetih hükmünde olacak ve sair fütuhatın da anahtarı olacak diye ihbar ediyor. Filhakika, Sulh-u Hudeybiye ile çendan maddî kılınç, kılıfına muvakkaten konuldu. Fakat Kur’an-ı Hakîm’in barika-âsa elmas kılıncı çıktı, kalbleri, akılları fethetti. Musâlâha münasebetiyle birbiriyle ihtilat ettiler. Mehâsin-i İslâmiyet, envar-ı Kur’aniye, inad ve taassubat-ı kavmiye perdelerini yırtarak, hükmünü icra ettiler. Meselâ: Bir dâhiye-i harb olan Hâlid Bin Velid ve bir dâhiye-i siyaset olan Amr İbn-ül Âs gibi, mağlubiyeti kabul etmeyen zatlar, Sulh-u Hudeybiye ile cilvesini gösteren seyf-i Kur’anî onları mağlup edip, Medine-i Münevvere’ye kemal-i inkıyad ile İslâmiyete gerdendâde-i teslim olduktan sonra Hazret-i Hâlid, bir “Seyfullah” şekline girdi ve fütuhat-ı İslâmiyenin bir kılıncı oldu.
Mavi Marmara’nın milat olduğunu bir önceki yazımızda belirtmiştik.Gelen tepkiler iddialarımızı doğrular nitelikte.Dünya ayağa kalktı.İsrail Sosyal Güvenlik Bakanı Yitzak Herzog, Gazze’ye uyguladıkları ablukayı kaldırma zamanının geldiğini söyledi.
Ahmet Tezcan ilginç bir yazı yazdı:Şeyh Abdulaziz Buhari’nin hayatı ve vafatını anlattı Pazar günkü yazısında. Şeyh ;”Kalp iyi, vücut iyi. Kalp hasta, vücut hasta. Kudüs dünyanın kalbisi. Kudüs’te savaş var, dünyada savaş var. Kudüs’te barış var, dünyada barış var!” inancında bir insan.
Bir tek arzusu vardı: Kudüs’te barışı görmek! Hayatını buna adamıştı. Jerusalem Peacemakers adı altında kendilerine Abraham’s Family diyerek, İsrail’deki Musevi, Hıristiyan, Müslüman, Dürzi din adamları ve aydınlarıyla birlikte kurdukları sivil toplum kuruluşunun öncülerindendi.
Aynı zamanda bir Özbek merkezi de kurmuş, geldiği toprakları unutmamıştı. İsrail hükümeti, Arap, Osmanlı ve hatta İngiliz yönetimlerinde çok rahat olan dergahın Mescid-i Aksa hizmeti için kurduğu vakfa İsrail hükümeti el koyunca, bütün akar kesildiği için elde avuçta ne varsa hizmet devam etsin diye satmış, yoksul bir duruma düşmüştü. Buna rağmen hizmeti hiç aksatmadan, Mescid-i Aksa ziyaretçilerine eldeki son lokmasını vererek, çaylarını kendi eliyle dağıtarak sürdürmeye çalışıyordu.
Ve bir dileği vardı: Kudüs’e barışı getirebilecek tek lider olduğuna inandığı Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı görmek. Son bir yılını o vuslatı bekleyerek geçirdi.
İsrail; Gazze’ye yardım götüren Türk gemisine alçakça saldırıp katliam yapmasaydı, geçtiğimiz perşembe günü, Kudüslü dostu Haham Menahem Froman ile birlikte, Ankara’da Resmi Konut’ta Erdoğan ile görüşecekti. Gördüğünde gözlerinden öpecekti Erdoğan’ı, gözleriyle öpecekti. Öyle diyordu.Fakat olmadı. Olamadı. Randevudan dört gün önce İsrail’in Akdeniz’deki son vahşetini televizyonda seyrederken, ölenlere merhametinden, öldürenlere kahrından gözyaşı seline kapılarak ağlaya ağlaya can verdi.
“Barış’ın kilidi Kudüs, anahtarı ise Türkiye’de.” demişti.
Bu kilidi kırmak için can verdi!
Şeyh Abdülaziz Buhari’nin vefatını haber verdiğimde Başbakan Erdoğan’ın nasıl derinden üzüldüğünü, yüreğinin bir kez daha yaralandığını ve yüzüne hasret giden uzaktaki manevi dostun acısıyla gözlerinin yaşardığını biliyorum.
Şeyh Buhari’nin yerine kendisini ziyarete gelen Kudüslü Kadiri Şeyhi Ghassan Manasra’ya bakarken, Başbakan’ın gözlerinde Abdülaziz Buhari’nin muhabbetle gülümseyen çehresinin canlandığını hissettim. Perşembe günü yapılan görüşmede, adı anıldığında ise gözlerinin buğulandığını gördüm. Muhabbet böyle bir şeydi işte! Böyle bir şey olduğu için her şeyin anlamı, her anlamın özüydü muhabbet! İstanbul’da geçen yıl Şeyh Buhari ile tanışmamıza vesile olan manevi ağabeyim, vefat haberini alıp da boynuna sarılarak ağladığımda kulağıma metin bir ifadeyle şöyle fısıldadı: “Bir beldede evliyaullah zulme isyan ile canını bedel verirse, o beldeye mutlaka rahmet iner, zulüm mutlaka son bulur. Üzülme, Buhari Hazretleri bu bedeli ödedi ve kilit kırıldı! Bundan sonra olacakları seyret!“
Amenna dedim ve seyre daldım. Kulaklarımda Abdülaziz Buhari’nin sözlerinin yankısıyla: “Kudüs dünyanın kalbi, o kalbe muhabbet mutlaka gelecek!“
Sözün özü: Mavi Marmara İslam’ın elmas kılıncı olan barışın esas alındığı bir hareketti. Bu elmas kılıç Hudeybiye’den bu yana hiçbir zaman kaybetmedi aksine daima kazandı.Hep nefisleri, gönülleri ve kalpleri feth etti.
İnna fetahna leke fethan mübina (biz sana (sizlere) apaçık bir fetih lütfettik)