Fetömsü yapıları bitirecek projem: Her İl’e Bir Düşünce Enstitüsü

Fetö v.b. yapıların ortaya çıkmasını sağlayan toplumsal bir zemin var.

Bu zemini tanımak için zaman tünelinde kısa bir tarihi yolculuk yapalım.

Dinin aslı ve özü olan; güzel ahlak son Peygamber Hz. Muhammed(s.a.v.) ile tamamlandı.

Din ahlaktı, samimiyetti, sosyal hayatta bize tesir eden ilkelerdi ve bunlara SALİHAT denildi.

Ahlakı, samimiyeti, dürüstlük ve çalışkanlığı hatırlatan kişisel ibadetlere HASENAT denildi.

Hasenat salihate dönüşmüyorsa hiçbir önemi yoktu. Kıldığınız namaz sizi taşkınlık ve aşırılıktan alıkoymuyorsa o namaz namaz değil eğilip kalkmaktan ibaretti. Ankebut, 29/45

Hz. Peygamber ve 4 halifesi bu anlayışı yaşadı, uyguladı devlete ve topluma hakim kıldı.

Sıffin’den sonra işler değişmeye başladı.

İslam’a sokulmuş en büyük bid’at Bizans’tan Muaviye bin Ebu Süfyan tarafından alınan saltanatın kurumsallaştırılması ve İslami gibi gösterilmesi çabasıdır.

Devlette kurumsallaştırılan saltanat ümera, ulema, asker, kısaca hayatın bütün alanlarını etkiledi. Akıl iptal edildi, eleştiri kapısı kapatıldı, koşulsuz teslimiyet için gereken tüm adımlar atıldı.

Ehli beyte yapılan zulümler de dahil tüm olumsuzluklar İslam’dan referanslarla savunulmak istendi.

Bu Hz. Peygamber ve Raşid halifelerle kurumsallaştırılmaya çalışılan hilafeti ısırıcı bir saltanata dönüştürdü. Emeviler İslam’ı kendi kavimlerine kadar daraltıp, katı ırkçılık üzerine bir siyaset izleyerek Arap olmayanlara mevali tabir ederek her açıdan 2. Sınıf vatandaş muamelesi yaptılar, Arap olmayan Müslümanlardan haraç ve cizye aldılar.

Bu ısırıcı saltanattan kaçan ehli beyt ve diğer ashap Maveraünnehir bölgelerine çekildiler.

Türk Milleti olarak biz İslam’ı ehli beytten ve bu zulümden kaçan ashaptan öğrendik.

Büyük Selçuklu Devleti ve diğer Müslüman Türk devletlerinde ortaya çıkan İslam anlayışı beylikler ve Osmanlı Devletinde de 1516-1517 yılına kadar etti.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır’dan el-Ezher’deki alimleri İstanbul’a getirip baş tacı yapması, Maveraünnehir’de oluşturulmuş kodların hızla değişmesine yol açtı.

Maturidi çizgisindeki Osmanlı, Eşarici bir çizgiye doğru hızla savruldu.

Aklın geri plana atıldığı, kaderin yanlış yorumlanmasıyla eskileri körü körüne taklidin hakim olduğu, Emevi döneminde oluşturulmuş eleştiri ve farklı fikir ve düşünceye kapalı dar ve sınırlı İslam’ı boğan kodlar Osmanlının umera, ulema ve askeri anlayışına hakim olmaya başladı.

Ufuktaki bu daralma hayatın tüm alanlarına yansıdı ve bana göre Osmanlı Devleti 1517’de duraklamaya başladı.

Osmanlı Devleti, 1571’de İnebahtı faciasını yaşadı, bir mermi, top atamadan tüm donamasını kaybetti; bu büyük bir şoktu ama maalesef uyanmaya yetmedi.

Uyandırmadığını Osmanlı umera, ulema ve askerini eşarici-emevi yorumunun nasıl kuşattığını Katip Çelebi’yi dikkatle okursanız anlarsınız.

Osmanlının küllerinden yeniden doğmaya çalışan Cumhuriyet kadrosu yıkılışın sebepleri üzerinde kafa yordu ve önlemler almaya çalıştı.

Yeni İlmi kelamcılar dediğimiz tüm alimler bu konulara kafa yordular.

İşin özü; Maturidi-Hanefi çizgiyi merkeze alarak Kur’an ve sahih Sünnet çağımıza yeniden yorumlanmalıydı.

‘Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı. Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.’(M.A.Ersoy) sözü bu manayı ifade ediyordu.

Asırları aşıp gelen anlayışları bugünden yarına değiştiremezsiniz.

İşte fetö ve fetömsü yapılar eşarici, kaderci, mesihist bu yanlış İslami anlayışlar üzerinde yeşerdi ve yeşermeye devam ediyor, Yeşerenleri biçmeniz, zemini yok etmezseniz daha güçlü geri gelmelerine sebep olacaktır.

Benim fetömsü yapıları bitirecek PROJEM:  ‘’DÜŞÜNCE ENSTİTÜSÜ’’

Ne?         : Toplumda fetömsü yapıları yetiştiren anlayışın acilen değiştirilmesi.

Neden?   : Kur’an-ı Kerim ve Sahih Sünneti günümüze, coğrafyamıza yeniden yorumlamak.

Nasıl? : Kamu, Üniversiteler, Belediye ve Stk’ların dahil olduğu özel bir MEVZUAT’la güçlendirilmeli.

Nerede? : 81 İl’de, KKTC ve uygun olan dış temsilciliklerimizde.

Ne zaman? : Hemen.

Kim?  : Bu konuda kafa yoran tüm akılları enstitülerde konuşturmanın yanında, o akılları Yüksek Lisans ve Doktora öğrencileriyle zenginleştirerek sürekliliğini sağlamak.

Düşünce enstitülerinde sadece İslam değil düşünce adına her konu ve konuk değerlendirilmeli.

Yeni bir akıl ve zihin inşasına ihtiyacımız var.

Bunun için akılların çarpıştırılması gerekiyor. Enstitü bir düşünce laboratuvarı olacak

Düşünce enstitüsü akılları çarpıştıracak ve oluşacak enerjiyle yeni bir akıl, zihin ve ufuk inşa edecek.

O zaman bu toplumda fetömsü yapıların geri gelmemek üzere yok olduğunu göreceğiz.

’Melekle akıl, aynı yaratılıştadır; hikmeti var da iki suret oldu.

Melek, kuş gibi kanatlı olmuş; akıl kanadı bırakmış, nura bürünmüştür.

Hülasa ikisinin de manası aynı olduğundan, ikisinin de hakikati bir olduğundan o iki güzel, birbirlerine arka olmuşlar, birbirlerine yardımcı kesilmişlerdir.

Melek de Hakk’ı bulmuştur akıl da. Her ikisi de Adem’e yardımda bulunmuş her ikisi de Adem’e secde etmiştir.

Nefisle şeytansa ezelden bir olduğundan Adem’e düşmandırlar, o an hased edip dururlar.

Adem’i bedenden ibaret gören, ondan kaçmış, ona secde etmemiştir. Fakat onu emniyete olmuş bir nur olarak gören, karşısında eğildi, secde etti.

Melekle aklın…O ikisinin gözleri, Adem’i görüp nurlandı.

Şeytanla nefsin…Bu ikisinin gözleri, Adem’i ancak toprak olarak gördü.’’

Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi, 3/3193-3199

Yorum Ekle