Ülkemizde uzun süredir özlemini çektiğimiz ‘barış’ ortamının oluşmakta olduğunu görüyoruz. On yıl , hatta yüz yılları aşan kadim sosyal problemlerimizin çözümleri üzerinde konuşabiliyoruz. Sağ-sol , Türk-Kürt , Sünni-Alevi , Laik-anti-laik gibi ihtilaf alanlarından hızla halkların kardeşliği ve Türkiye’li olmak paydasında birleşmeye başlıyoruz.
Barış, İslam’ın Türkçe karşılığı sihirli bir kelimedir. Önce insanın kendisiyle , sonra rabbiyle ve tüm kainatla barışık olmasıdır gerçek anlamda Müslüman olmak. Onun için dinimiz öncelikle barışı emreder , barış ortamının oluşturulmasını ister.
Bu dinin barışa ne kadar önem verdiğinin en güzel örneği Hudeybiye antlaşmasıdır. Bedir ve Uhud’ta birbirine önemli zararlar vermiş çoğu akraba iki topluluk arasında o cahiliyenin hüküm sürdüğü bir zamanda barış çok zor bir olaydı. Ama Peygamberimiz Rabbinden gelen emirle O barışı zorladı ve başardı. Bu gün Hudeybiye’yi tekrar hatırlamak ve ülkemizde oluşturulmaya çalışılan barış iklimine katkı vermek zorundayız.
Hudeybiye’yi kısaca hatırlayalım. Hicretin 6’ıncı yılı, Peygamberimiz, rüyasında Kâbe’yi ziyaret ettiklerini gördüğünü, yakında hep birlikte Mekke’ye gideceklerini ashâbına müjdeledi. Hazırlıklar tamamlandı. Savaş yapılması yasak olan aylarda bulunuyorlardı. Müslümanların amacı savaş olmayıp, yalnızca Kâbe’yi ziyâret etmekti. Mekkelileri telâşlandırmamak için, ashâbının silah taşımalarına izin vermemiş, sadece yolcu silâhı olarak birer kılıç almışlardı. Hac için Mekke’ye gelecek düşman kabîlelerle yolda karşılaşmamak için, Kâbe ziyâretini hac günlerinden önce yapmayı uygun görmüştü. Yanlarındaki 70 kurbanlık deveyi işaretlediler ve Zülhuleyfe’de “umre” niyetiyle ihrama girdiler. Yol güvenliğini sağlamak için 20 kadar süvâriyi öncü olarak gönderdiler.
Mekkeliler, Hz. Peygamberin Kâbe’yi ziyâret için yola çıktığını duyunca telâşlandılar. Müslümanları Mekke’ye sokmamağa karar verdiler. Velîd oğlu Hâlid ve Ebû Cehil’in oğlu İkrime’yi 200 süvâri ile öncü olarak gönderdiler. Peygamberimiz, Mekkelilerin bu kararını önden gönderdiği gözcüleri aracılığıyla öğrendi. Sağ tarafa sapıp, yol güzergâhını değiştirerek, Hudeybiye’ye kadar ilerledi.
Bu sırada bir elçi, Kureyş’in, Müslümanları Mekke’ye sokmamak için müşrik kabilelerle anlaştığını ve savaş hazırlığı içinde olduklarını haber verdi. Peygamberimiz savaş amacıyla değil, sâdece Kâbe’yi ziyâret için gelmişti. Kureyş’le görüşmek üzere Hz.Osman’ı Mekke’ye gönderdi. Hz. Osman, Ebû Süfyân ve diğer Kureyş ileri gelenleriyle görüştü. Maksatlarının sâdece Kâbe’yi ziyâret olduğunu anlattı. Mekkeliler:
-Hepinizi Mekke’ye bırakırsak, Araplar, “Kureyş Müslümanlardan korktu,” derler. Fakat istersen Kâbe’yi sen tavâf et, hepiniz birden olmaz, dediler. Hz. Osman, Kâbe’yi Müslümanlardan ayrı olarak ziyâret etmeyi kabûl etmedi.
-Rasûlullah (s.a.s.) tavâf etmedikce, ben de etmem, diyerek tekliflerini reddetti. O’nun bu davranışı Mekkelileri kızdırdı, göz hapsine aldılar ve dönmesine izin vermediler.
Hz. Osman’ın gecikmesi, Müslümanları telâşlandırdı. Öldürüleceğine dâir söylentiler çıktı. Böyle bir ihtimâle karşı Peygamberimiz (s.a.s.) gereken tedbirleri aldı. Müslümanları Allah yolunda yapacakları savaşta, canlarını fedâ etmekten çekinmeyeceklerine dâir, kendisine söz vermeye çağırdı.
Hudeybiye’de bir ağacın altında, bütün Müslümanlar sırayla Peygamberimizin ellerini tutarak biat ettiler. Allah yolunda ölünceye kadar savaşmağa, düşmandan kaçmamaya söz verdiler.
Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı Kerîm’de, Hudeybiye’de Rasûlullah (s.a.s.)’e bîat eden mü’minlerden hoşnut olduğunu bildirmiştir. Bu sebeple, İslâm Târihinde bu bîata “Rıdvân Bîatı” adı verilmiştir.
Müslümanların kararlılığını ve Hz. Peygamber’e bağlılıklarını gösteren bu bîatın Mekkeliler üzerindeki etkisi büyük oldu. Derhal Hz. Osman’ı serbest bıraktılar ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’le barış yapmak üzere Amr oğlu Süheyl başkanlığında bir heyet gönderdiler. Uzun müzâkere ve tartışmalardan sonra barış anlaşması imzalandı.
Hudeybiye Barışı’nın hemen bütün şartları, Müslümanların aleyhine görünüyordu. Fakat barışın Müslümanların yararına ve sonucun lehlerine olacağını Peygamberimiz biliyordu. Bu nedenle, barışı sağlamak için, aleyhlerinde görünen en ağır şartları kabûl etmişti.
Dönüşte yolda “Fetih Sûresi” indi, Cenâb- Hakk Hudeybiye anlaşmasının Müslümanlar için zillet ve yenilgi değil, aksine zafer olduğunu bildiriyordu. Gerçekten Hudeybiye anlaşması, Müslümanlığın Medine dışında yayılmasına bir başlangıç oldu. Mekkeliler o zamana kadar Müslümanlara, dağılıp yok olmağa mahkûm, derme-çatma bir topluluk gözü ile bakıyorlardı. Bu anlaşma ile Müslümanları bir devlet olarak tanımış oldular.
Anlaşmadan sonra Müslümanlarla müşrikler arasında görüşme ve temâslar arttı. Hz. Peygamber (s.a.s) İslâm’ı serbestçe yaymağa başladı. Hudeybiye anlaşmasından Mekke’nin fethine kadar geçen 21 aylık devrede Müslüman olanların sayısı, İslâm’ın doğuşundan, Hudeybiye Barışına kadar geçen 19 yılda Müslüman olanların sayısından kat kat fazla oldu. Hayber’ in ve Mekke’nin fethi gibi zaferler, Hudeybiye anlaşmasının sonucudur. Hudeybiye Barışı 2 yıl devâm etti.
7.Lema İkinci esas: فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذلِكَ فَتْحًا قَرِيبًا ifade ediyor ki: Sulh-u Hudeybiye, çendan zâhiri İslâm aleyhinde görülmüş ve Kureyşîler bir derece galib görünmüş olduğu halde manen Sulh-u Hudeybiye, mânevî büyük bir fetih hükmünde olacak ve sair fütuhatın da anahtarı olacak diye ihbar ediyor. Filhakika, Sulh-u Hudeybiye ile çendan maddî kılınç, kılıfına muvakkaten konuldu. Fakat Kur’an-ı Hakîm’in barika-âsa elmas kılıncı çıktı, kalbleri, akılları fethetti. Musâlâha münasebetiyle birbiriyle ihtilat ettiler. Mehâsin-i İslâmiyet, envar-ı Kur’aniye, inad ve taassubat-ı kavmiye perdelerini yırtarak, hükmünü icra ettiler. Meselâ: Bir dâhiye-i harb olan Hâlid Bin Velid ve bir dâhiye-i siyaset olan Amr İbn-ül Âs gibi, mağlubiyeti kabul etmeyen zatlar, Sulh-u Hudeybiye ile cilvesini gösteren seyf-i Kur’anî onları mağlup edip, Medine-i Münevvere’ye kemal-i inkıyad ile İslâmiyete gerdendâde-i teslim olduktan sonra Hazret-i Hâlid, bir “Seyfullah” şekline girdi ve fütuhat-ı İslâmiyenin bir kılıncı oldu.
Hudeybiye ve barışın gücü tarihte bu şekilde ‘en açık ve en büyük fetih’ olarak tescillendi. Tarihimizden ve dinin bize emrinden hareketle sıkılı yumrukları bırakalım , kollarımızı ve gönüllerimizi barışın o huzur veren havasına açalım. Açalım ki barışla beraber 1000 yıldır birlikte yaşayan insanların arasına huzur , mutluluk , kardeşlik tam anlamıyla yeniden yeşersin , dirilsin. Bu istenen barış ve kardeşlik ortamı oluşturulduğunda 2023 için ortaya konulan hedeflerin 2020 den önce yakalanacağını düşünüyorum
Sözün özü: Hudeybiye’den beri Barış İslam’ın bir elmas kılıcı oldu. Bu elmas kılıç Hudeybiye’den bu yana hiçbir zaman kaybetmedi aksine daima kazandı. Hep nefisleri, gönülleri ve kalpleri feth etti.