Ömrü boyunca hep daha iyiye doğru değişim, dönüşüm için çaba gösteren Bediüzzaman üç dönem yaşadı. Mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet. Bu 3 dönemin de en etkili aktörlerinden birisi olarak tarihe geçti. Yaşadığı dönemler birçok açıdan değişikliklerin olduğu zaman dilimleriydi. Alemi İslam’ın kalbi olan İstanbul’da uzun süre kaldıktan ve bu değişimleri en içerden yaşadıktan sonra yakın gelecek ile ilgili şu sözü söyledi. Eski hal muhal. Ya yeni hal ya izmihlal (çöküş)
Onun bu sözü söylemesinin üzerinden bir asırdan fazla zaman geçti. Ama bu söz, bu gün için de en az o zaman kadar anlamlı ve önemli ve reel. 150 yıldan uzun bir süredir devam eden “Batılılaşma” sevdamızın sonuna geldiğimizi ve kendi aslımıza (köklerimize) dönmeye başladığımızı düşünüyorum. Müslüman milletler ağır bir uykudan uyanarak kendi özlerine, kendi kültürlerine dönüyorlar artık. Bizim 1950 ler de yaşadığımız olayların benzerlerini Tunus, Mısır bu günlerde yaşıyor. Bizim önümüzde model olabilecek bir İslam ülkesi yoktu. Onların var. Dolayısıyla İslam ülkelerindeki değişim ve dönüşümlerin çok daha hızlı gerçekleşeceği iddiasındayım
Bu gün Tunus’ta, Mısır’da ve ülkemizde olan gelişmeler Bediüzzaman Said Nursi’nin geleceğe dair projeksiyonunun isabetini gösteriyor. O bu değişimlerin bütün İslam aleminde tarihi süreç açısından bakıldığında oldukça kısa sürede cereyan edeceğine ve en nihai olarak İslam ülkeleri ABD gibi Cemahir-i Müttefika-i İslamiyye (Birleşik İslam Devletleri) şeklinde tek bir devlete dönüşecekleri ön görüsünde bulunur.
Tarihe derinlemesine baktığımda (gerek İslam Mezhepleri ve Fırkaları tarihini, gerekse “Alevilik” tarihini incelediğimde ) şu hakikati net olarak anladım. Peygamberin insanları özgürleştirmek ve sadece yaratıcılarına kul olmalarını sağlamak için getirdiği “en adil yönetim sistemi “ 30 yıl devam etmiştir. Bu zaman dilimi tarihe asrı saadet olarak kayıt düşülmüştür. Peygamber ”benim hilafetim 30 yıldır, ondan sonra ısırıcı bir saltanat gelecektir” sözüyle 30 yıldan sonraki zamanın Kuran ve Sünnetin önerdiği ideal yönetim tarzı olmadığını ifade etmiştir.
İslam’ın temiz, saf, abı hayat dediğimiz suyu Sıffin olayından sonra bozulmaya başlamıştır. Sıffin olayı ve sonrasında Muaviye b. Ebu Süfyan’ la başlayan “ısırıcı” saltanat hayatın her alanını etkilemiştir. Siyaset, maarif, ekonomi, ahlak, sanat v.b. tüm alanlara ısırıcı ve baskıcı bir saltanat ruhu hakim olmuştur. Bu anlayış saltanatı devam ettiren devletlerde de aynen sürdürülmüştür. Çok adalet, özgürlük, insan hakları bazı adil hükümdarların şahsi gayretleriyle sağlanmış olsa da genel itibariyle ihlal edilmiştir. Özellikle Emevilerle birlikte Fetih anlayışı dahi saltanatın yörüngesinde değişmiş ve İslam’da ki fırkaların oluşmasında en temel sebep olarak ortaya çıkmıştır. Peygamber ve sahabenin izlediği fetih yaklaşımı ile emeviler ve sonraki İslam (?) devletlerinin fetihleri arasında çok temel anlamda farklılıklar oluşmuştur. Hilafet anlayışında gönüller, kalpler fethedilirken, saltanat anlayışında bu fetihler daha çok askeri fetihler olarak kalmıştır.(geniş bilgi için bkz: https://www.cemilpasli.com/turk-aleviligi/orta-asya-fetihleri-orta-asya-fetihleri )
Onun için okumalarımızda ve değerlendirmelerimizde İslam’ı önceliyor ve önemli görüyorsak Sıffin’ den önce ve Sıffin’den sonra diye iki ayrı bakışla tarihi ele almamız gerektiğini düşünüyorum.
Bu asrın önemli mütefekkirlerinden Bediüzzaman Said Nursi “eski hal muhal , ya yeni hal ya izmihlal “ sözüyle saltanatı ve 1400 yıllık kadim müesseselerinin değişmesi , değiştirilmesi gerçeğine işaret ediyordu. Saltanat her şeye sirayet etmiş, yayılmış, bulaşmış , her işe rengini vermişti. Ona göre kurtuluşumuz Kuran ve Sünnet ve Sıffin öncesi uygulamalarıyla hilafetin anlaşılıp uygulanması, bu güne uyarlanması , insan hak ve özgürlüklerinin tesisi ile mümkündür. Bu konuda siyaset, sosyal, eğitim alanındaki tavsiyelerini “eski said” dediği Osmanlı döneminde yazdığı eserlerinde anlatmıştır.
Bu gün ülkemizde ve diğer İslam ülkelerinde iki kesim arasında çok ciddi bir mücadele olduğu açıkça görülmektedir. Bu mücadele hukuk, sosyal, siyasal , eğitim , kültür , sanat v.b. kısaca hayatın her alanına yayılmış durumdadır. Bu iki kesim:
i-Statükocular: Mevcut düzeni muhafaza etmeye çalışanlar, değişim istemeyen, değişimden korkan, geçimini-statüsünü statükoya bağlı düşünenler,
ii-Değişimciler: Yeniliği ve yenileşmeyi savunanlar, ülkede her şeyi çağdaş normlara kavuşturmaya çalışanlar
Statükocular, asırlara dayanan tecrübe ve yöntemleriyle müthiş bir mücadele veriyorlar ve direnç göstermeye çalışıyorlar.
“En büyük zalimler, boynu vurulmamış mazlumlardan çıkar.” Büyük karamsar Cioran’ın sözleri bunlar. Mazlumun öfkesi kadar yıkıcı bir öfke yok. Olamaz. Kendinde hak görür çünkü. Alacaklıdır. Statükoyu besleyen en önemli unsurlardan birisi budur. Zulme uğrayanın, yaşadığı o zulmü başkasına uygulamayı kendinde bir hak görmesi.
Bugün yaşanalar bu değil mi dostlar ? Sokakları, yolları, dağları ateş deryasına çevirmeye çalışan eylemler herkeste korku yaratıyor, yaratmaya çalışıyor. Haklılar korkmakta. Bir son prova gibi. Son bir kalkışma. Gücü göstermenin, ‘ben de varım’ demenin aracı sokakları ateşe vermek. Ölümü yaşamak, yaşatmak iktidarlarının işareti. En acar terör uzmanlarının bile ‘terörün beli henüz bükülmedi’ dediği bir durum bu. Ve statüko bu ruh halini en hoyrat biçimde kullanmaya çalışıyor. (Bejan Matur)
Değişimcilere gelince; enerjileri, davalarına olan inançları, dünya ve ülkede esen değişim rüzgarlarının yelkenlerini doldurması ve milletin verdiği açık ve sürekli destekle yollarına gözü kara , hukuk-dışı engellemelere rağmen kararlılıkla devam ediyorlar.
Peki ne olacak ? Şu an statükocular hukuk alanında sıkışmış durumdalar. Bu alanı çok fazla muhafaza edemeyecekleri çok açık. Her tür kural ihlalini yapmasalar dahi bu alanı da muhafaza edemeyecekleri ortada.
Çünkü değişim ve yenilenme, doğal bir olaydır. Değişim ve yenilenme, her an ve her yerde en yetkin bir gerçektir. Değişim ve yenilenme, kimsenin karşısında duramayacağı ilahi bir takdirin , “sünnetullah “ ın bir sonucudur.
(Bu,) Daha önceden gelip geçenler hakkında (uygulanan) Allah’ın sünnetidir. Allah’ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın. Ahzab, 33/62
İki günü birbirine eşit olan ziyandadır (Hadis-i Şerif )
Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Her gün bir yere konmak ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dün de beraber gitti cancağızım,
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.(Mevlana)
Elması en kıymetli maden kılan en fazla değişime uğrayan maden olduğudur. Bu gün yeniliği, değişimi , gelişmeyi isteyen hepimize düşen korkularımızdan , paranoyalarımızdan , lüzumsuz hassasiyet ve takıntılarımızdan kurtulup iyiye , güzele , mükemmele doğru değişime yelken açmaktır.
Tabii ki semazen gibi değişirken bir ayağımız değişmez değerlerimizde sabit dururken diğer ayağımız alemi dolaşacaktır. Bu düşüncelerle Tunus’ta başlayan, Mısır’la devam eden ve İslam ülkelerine yayılacak olan değişim dalgasının yönünün hayra ve güzelliklere doğru olmasını ve halkları özgürleştirmesini dilerim. Yüksel ey alemi İslam. Yüksel ki yerin bu yer değildir.