Türkler İslam’ı nasıl benimsediler, konusuna da kısaca değindikten sonra, Anadolu’ya göçler konusuna geçeceğiz. Daha önce gördüğümüz üzere İslam Türkler’e özel bir biçimde ulaşmıştı. Şehirlerin aksine köylerde ve göçebe boylarda İslamlaşma daha yavaş olmaktaydı. Şehirlerde daha çok sünni derviş ve şeyhlerin faaliyetlerine karşın, köylerde ve göçebe boylarda daha çok Alevi eğilimli dervişler ve babalar propaganda faaliyetleri yürütmekteydiler. Prof. Köprülü’nün de belirttiği gibi : “Daha ilk zamanlardan itibaren Batıni akımların hüküm sürdüğü Horasan ve Maveraünnehir sahalarında yaşayan ve siyasi-dini akımlara fiilen karışarak Batıni inançlarıyla yakınlık kuran Oğuz aşiretleri, İslamlığı yavaş yavaş kabul ettiler; fakat bu görünürde olan İslamlık cilası altında, eski ulusal geleneklerinin ve önceki dinlerinin etkisi altında bulunuyorlardı. İslam fıkıhçılarının kendilerine çok karışık ve sıkıntılı gelen telkinlerinden ziyade, kendi kam (ozan) larının nüfuzuna bağlı idiler. Maveraünnehir ve Horasan’a gelmezden önce ve geldikten sonra Hıristiyanlık, Hinduizm, Mazdeizm, Maniheizm gibi çeşitli dini sistemlerle az çok ilişki kuran bu Türkmenler üzerinde, İslamiyet de dâhil olmak üzere bu harici (dışsal) ve kapalı (zor anlaşılan) inanç sistemlerinin hiçbiri eski dinsel geleneklerini tamamen unutturamazdı…”
Bildiğimiz gibi kam-ozan ların yerini artık ata veya baba ünvanlı dervişler almaktaydı. İslam öncesi dönemden kalma Türkler arasında yaygın bulunan menkıbelere bile İslami bir şekil kazandırılarak, bu ata veya baba ünvanlı dervişler tarafından halk arasında yayılıyordu.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Türk kitleler İslam dinini benimserken, büyük ölçüde eski inançlarını ve geleneklerini de muhafaza etmekteydiler. Yine bu Türk kitlelerin çoğunluğu, karmaşık ve sıkıcı din kurallarını yayan din adamlarına, şeyhlere itibar etmemekte, onlar daha çok eski şamanları ve kamları hatırlatan ve eski inançlarla yeni din arasında paralellikler kurdukları daha yüzeysel, dinsel bilgileri yayan atalara/babalara bağlanmakta ve onların nüfuzları altında bulunmaktaydılar. Bu kitlelerin Müslümanlığı, dinsel yükümlülükleri yerine getirmekten uzak, eski inanç ve geleneklerin ön planda olduğu bir halk Müslümanlığıydı.