Eski Türk topluluklarında tabiat kültleri , yer ve gök kültü olmak üzere ikili bir görünüm almaktaydı. Eski Türkler tabiatta mevcut hemen her varlıkta mahiyeti kavranamayan gizli bir takım güçler bulunduğunu düşünüyorlar , bu sebeple dağ , tepe , taş , kaya , ağaç veya su gibi nesneleri canlı kabul ediyorlardı. Bu anlayışın tarihi belgesini yine Orhun Kitabelerinde kısaca yersu (yer-sup) lar şeklinde sık sık zikredilmektedir.
Dünyanın muhtelif yerlerinde muhtelif zamanlarda yaşayan insan topluluklarını fiziki çevrelerinde gördükleri tabiat olayları etkilemiştir. Bu sebeple tabiat kültleri dinler tarihi çalışmalarının tespitine göre pek çok yerde mevcut olmuştur. İlkel ve gelişmiş toplumların hepsinde buna rastlanmıştır. Ancak Türkler’de Yunanlılar ve Romalılar’da olduğu gibi , tabiat kültleriyle ilgili birer Tanrı ve bunların etrafında efsaneler teşekkül etmemiştir. Bunun sebebi herhalde , yersularının bizatihi ilahi varlık olarak düşünülmemeleri , yahutta başka bir ifadeyle , dağ , tepe , ağaç , taş , kaya , su vs. nin maddi varlık olarak doğrudan doğruya takdis ve tapınma konusu olamaması olsa gerektir.
Eski Türkler’ e göre bütün tabiat , bu gün ancak ruh diye ifade edebileceğimiz gizli güçlerle doludur. Dağlar , tepeler , ağaçlar ve kayalar hisseden , işiten , iyilik ve kötülük yapabilen varlıklardır ; daha doğrusu bunları yapan onlardaki gizli güçlerdir. Bundan dolayıdır ki , eski Türkler bu varlıkların bizzat kendilerine değil , işte bu gizli güçlere takdis hissi beslemişler ve korku minnettarlık , saygı karışımı bir tavır takınmışlardır. Tabiat kültleri , tıpkı atalar kültü gibi Türklerin muhtelif dinlere girip çıkmalarına rağmen yine de varlıklarını sürdürmüşlerdir.