Kelam ilmi hicri birinci asırda ortaya çıkan her biri kendi görüşlerinin doğru, gerçek olduğunu savunan ve bunu ayet ve hadislerle ispatlamaya çalışan fırkalar karşısında Kur’an ve Hadis’e en doğru manayı vermek , onu anlamak ve sınırları çok genişlemiş olan İslam ülkesindeki bütün Müslümanlara Kur’an ve Hadis’te bildirilen inanç esaslarını anlayabilecekleri şekilde açıklamak ve anlatmak ihtiyacından doğmuştur.
Kelam ilminin kurucusunun Mutezile olduğu kabul edilir. İslam itikadiyle bağdaşmayan fikir ve ekollere karşı Selef’in tutumu , onların yanlış yolda olduklarını belirterek onlardan uzaklaşmayı (teberri) tavsiye şeklinde olmuştur. Ancak Selef’in bu tavrı , bilhassa yeni Müslümanlar arasında bid’at ehli fikirlerini kabul ettirebilmek için her vasıtaya başvuruyor , nakli ve te’vil ettikleri gibi , her türlü akli ve felsefi delillerden istifade ediyorlardı.
İslam Akaidi’ni savunmada naklin yanında akli ve felsefi delillerin kullanılmasını da zaruri gören ve böylece Selef’in metodundan farklı bir yol izleyen Mutezile’nin kullandığı metoda “Kelam” adı verilmiş ve bu metodla İslam Akideleri’nin savunulmasını üstlenen ilme de “Kelam İlmi “ denmiştir.
Mutezile, Tevhid sistemini akli yolla izah etmiştir. Allah’ın bir olduğunun sadece Kur’an’da yazılı olduğu yani nassla bildirildiği için değil , akılla da bilinmesi gerektiğini savunmuştur. Hatta daha ileri giderek Allah’ın şeriattan önce bilinmesi gerektiğini ve akıl sahibi kimsenin mes’ul olacağını ifade etmişlerdir.
İslam düşüncesine getirdikleri en önemli yeni fikirlerden birisi , insanın kendi fiilini yaratmasıdır. Mutezile “ adalet “ prensibinden hareketle , Allah’ın insanları iradelerinde serbest bıraktığını , karışmadığını ifade etmiştir. Allah’ın ahrette ceza ve sevap verebilmesi için insanları , fiillerinde serbest olmaları gerekiyordu.
Kendilerine has temel özellikleri vardı. Ve en önemlisi Mutezile bir tepki hareketiydi.
Şu özellikler hemen tüm Mutezile mensuplarında vardı :
1-) Araştırma ve inceleme yapmadan başkalarına taklit etmemek , isimlere değil de rey ve kanaatlere itibar göstermek. Ki bu düşünce onların her mükellefin dinde içtihadıyla bulduğu şeyi alması görüşlerinin esası idi. Bu sebepten , birbirlerini bile taklitten kaçındıkları için aralarında 24 kadar kola ayrıldılar.[1]
2-) Akaidi hep okulla ispat etmeye çalışmak. Ancak din yolunda hataya düşmemek için de Kur’an-ı Kerim’e dört elle sarılmışlardır. Hadis bilgileri fazla olmadığı için hadislerden delil getirmezlerdi.
3-) Yaşadıkları dönem tercüme çağı olduğu için istisnasız tüm eserleri inceliyor farklı ilimlerden istifade etmekten geri durmuyorlardı.
4 -) Fesahate ve belagate önem veriyor , sohbet ve münazaralarda bu silahı mükemmel manalarda kullanıyorlardı.
5- ) Mutezile bir tepki hareketi demiştik. Bu manadan olmak üzere ;
- Tevhid ilkesi ; Allah’a cisim isnad eden Mücessime’ye ve Allah’ı eşyaya teşbih eden müşebbiheye karşı ortaya atıldı. Allah’ın kadim olmasını ifade açısından tüm sıfatlarını inkar etiler veya tekellüflü bir şekilde sıfatları te’vil ettiler. Ayrıca , Allah’ın sıfatları konusunda düştükleri bu hatayı kapatmak için kendilerine “Tevhid Ehli” dediler. Bu tevhidden kasıt sırf Allah’ın tek ve bir olduğunu ve ilave sıfatların bu birliğe uygun düşmeyeceğini ifade ettiler.
- Adalet ilkesi ; Cehmiyye ve Cebriye’ye karşı ifade edilmiş ve “kul fiilinin halıkıdır “ diyerek ifrat etmişlerdir. Onlara göre , eğer kul kendi fiilini meydana getirmezse adalet ilkesi gerçekleşmemiş olur. Dolayısıyla , kula ceza ve mükafat verilmez.
- Va’d ve Vaid ilkesi : Mürcie’ye karşı iddia edilmiş ve Allah zerre miktar sevabın mükafatını ve zerre miktar günahın cezasını vermek mecburiyetindedir. Çünkü vaad etmiştir diyerek Cenab-ı Hakk’ın iradesini zorlayıcı ifadeler kullanmışlardır. Şefaate de oldukça mesafeli yaklaşmışlardır.
- El menziletü beyn-el Menzileteyn ; Haricilerin karşı , zikredilmiş ve Selef ile Hariciler arasında yeni bir yol tutmuşlardır. Bu ihtilaflı meseleyi çözüme ulaştırmaya çalışmışlar ama başarılı olamamışlar ve kendi içlerinde tenakuzlara düşmüşlerdir.
- El emr bi’l Maruf nehy ani’l münker ; rafizi , bidatçi , putperest v.b. sapık fikirlere karşı ortaya konulmuş ve tüm ilkelerinde sertliği , fikirlerini dikta etmeyi baskıyı esas almışlardır. İslamiyet’in esası olan müsamahayı ihlal etmişler ve zayıflamalarında bu sertlik etkili olmuştur. Çünkü , kendileri siyasi gücü ellerinde bulundurduklarında başkalarına baskı yapmışlar siyasi güçlerini kaybedince de kendileri baskıya maruz kalmışlardır.
Kısaca ifade etmek gerekirse ; Mutezile , bazı kollarının maksadı aşan , İslam dışı iddiaları bir tarafa bırakılırsa , kendi dönemi içinde rafızi, bidatçi ve putperestlere karşı mücadele etmiş, İslam’ın içine bir takım sapık fiillerin sızmasını önlemiş , akıl ve ilmin (özellikle Kelam ilminin ) gelişmesine yardım eden ,öncülük eden ,bir düşünce sistemi kurmuştur. Belki metodu biraz yumuşak ,müsamahakar olsaydı, şiddetle arasında mesafe koysaydı, İslam’a daha fazla ve daha uzun süre hizmet edebilirdi…
[1] Yetik Zübeyr , a.g.e , s.90