Mutezile’nin Temel Görüşleri

Mutezile Fırkası’nın mahiyetini ortaya koyan , tarif eden ve onların olmazsa-olmaz beş temel prensibi vardır. Bu prensipler şunlardır:

1-et-Tevhid

2.el-Adl

3.el-Va’d ve’l-Vaid

4.el-Menziletü beyne’l-Menzileteyn

5.el-Emru bi’l Maruf ve’n-Nehyü ani’l Münker[1]

Temelde kelami görüşlerin toplandığı bu beş temel prensibi birer birer ele alacağız.

1- et-TEVHİD

Tevhid , Mutezile Fırkası’nın cevherini ve düşüncelerinin esasını teşkil eder. Kelam   ekolleri içerisinde tevhid meselesi üzerinde yoğunlaşıp, en çok önem veren Mutezile fırkasıdır. Onlara göre, Allah birdir, eşi ve benzeri yoktur. O her şeyi işiten ve görendir. O ne cisimdir, ne gölge, ne bedendir , ne suret , ne kandır , ne de et. O , bir şahıs değildir. O , ne cevherdir ne araz. Onun ne rengi vardır, ne tadı, ne kokusu vardır , ne de elle tutulabilecek şekli, O ne sıcaktır ne soğuk,  ne yaştır, ne de kuru, O‘ nun ne boyu vardır ne de derinliği . O ne toplanır, ne dağılır , ne hareket eder , ne sakin kalır ne de bölünür v.b. tüm yaratılmışlara ait sıfatlardan onu tenzih ederler, O bir “şey” dir ama , bizim bildiğimiz “şey “ lerden değildir.

Allah’ın bir olması ve onun kadim bulunması, Allah’ a mahsus en özel sıfattır. Eğer Allah’ın kıdemi haricinde O’na çeşitli sıfatlar isnat edilirse , birçok tabii varlıkların mevcudiyeti kabul edilmiş olur ki bu da Allah’ın birliği gerçeğine aykırı olur. Allah, bu alemi yoktan yaratmış ve her şeyin ilk prensibi olmuştur. Bu ilk prensibin nedeni ve sebebi yoktur. Allah sebepsiz olarak var olandır. O’nun  sıfatları beşerin sıfatlarına benzemez. Eğer böyle bir benzetme yapılırsa , Allah’la kul arasında müşabehet ortaya çıkar. Bundan dolayı Mutezile , Allah’a mahsus diğer zati sıfatları  te’vil etme yoluna gitmişlerdir. Mutezile’ye göre Allah’ın zatıyla haydır, zatıyla semi’dir, zatiyle basir’dir, zatiyle mürid’dir ve zatiyle alim’dir. Kur’an ‘ da geçen Allah’ın bu sıfatları, Allah zatının dışında kabul edilirse , çeşitli kadimlerin yani çeşitli ilahların varlığı kabul edilmiş olur. Böyle bir faraziye ise tevhid sistemine aykırıdır. Öyle ise Allah’ın kıdemi hariç , diğer zati sıfatları te’vil etmek zaruridir.[2]

Mutezile akılcı bir metoda sahip olduğu için bütün kelami meseleleri akıl ölçüsüne uygun olarak değerlendirmiştir. Kur’an’da davalarına uygun gelen ayetleri aynen kabul etmişlerdir. Davalarına uygun görülmeyen nassları ve sıfatları te’vil ederek akli bir esasa uydurmaya gayret göstermişlerdir. Burada , Allah’ın sıfatlarını te’vil ederek Allah’ın birliğini ispatlamaları da onların akli metoda ve bilhassa mantığa verdikleri önemin neticesidir. Eğer Allah’ın zatının dışında kadim bir hayy ve sem’i sıfatı bulunsaydı , kadimler çoğalacağından tevhid fikri çürütülmüş olur. Bu ise , İslam düşüncesinin temel prensibi olan Allah’ın birliği olan Allah’ın birliği gerçeğine zıt olduğu için Allah’ın sıfatlarını te’vil etmek zorunludur. [3]

2-el-ADL (Adalet)

Kur’an’da Allah’ın hiçbir kimseye zulmetmediğine dair ayetler vardır. “Allah onlara zulüm ediyor değildir. Fakat onlar kendi kendilerine zulüm ediyorlar” [4] Mutezile adalete ve Tevhide önem verdiği gibi , ehemmiyet vermiştir. Bu sebeple de “Adliye” ve “Ashab-ı el-Adl” isimleriyle de anılmışlardır. Mutezile , adalet prensibini şöyle izah etmiştir: İnsan hürdür. İnsan kendi fiilini yapar. Allah kullarına bir şeyi yapıp yapmama gücünü vermiştir. Eğer insan herhangi bir şeyi yapmak  veya yapmama hürriyetine sahip değilse , o insanın işlediği iyi ve kötü amellerden dolayı ceza ve mükafat görmesi manasız olur. Eğer Allah muayyen fiilleri yapmaya zorlamış farz edilirse kötü ve iyi amellerden dolayı Allah’ın insanları  cezalandırması zulüm olur. Halbuki Allah adildir, kullarına hiçbir şeyde haksızlık etmez. O halde , Allah’ın bu adaleti icabı insanların irade hürriyetinin bulunması da lazımdır. İrade hürriyeti bulunmayan bir insanın sorumlu tutulması , Allah’ın hikmetine ve adaletine asla yakışmaz. Nitekim Kuran’ı Kerim’de birçok ayetleri , insanın hareket hürriyetini ispat ediyor diye delil getiriyorlardı.Bunlar.Nisa,4/40, Tevbe, 9/70 , Rum , 30/9 ,  Yunus, 10/44, Bakara ,2/281 gibi ayetlerdir.

Zikredilen bu ayetlerin delil olarak getirildiği adalet prensibi siyasi bakımdan da çok önemli bir anlam taşımaktadır. Zira insanların kendi fiillerini bizzat yaratmış olmaları prensibi kabul edildiği takdirde, halka zulmeden hükümdarların Allah indinde sorumlu olacağı esası da kabul edilmiş olur. Bir çok hükümdarlar yaptıkları kötü amelleri kadere hamlederek , kendilerini sorumluluktan kurtarmak isterler. Mutezile ise, irade hürriyetini kabul etmekle, kötülük yapan idarecilerinde , Allah’ın adaleti icabı ahrette ceza göreceğini ima ediyordu.

Mutezile’nin Allah’ın adaleti prensibinden hareket ederek kabul ettiği hürriyet fikri , serbest düşüncenin gelişmesi , İslam aleminde tembelliğin ve miskinliğin önlenmesi bakımından da ayrıca bir önem taşımaktadır.[5]

Cehm b. Safvan tarafından savunulan Cebriye okulu her şeyi Allah’ın iradesine hamlediyor ve insanları bir robot gibi kabul ediyordu. Cebriyeciler insanların Allah tarafından fiilleri işlemeye mecbur oldukları ileri sürüyorlardı. Hatta o kadar ki , insanın havada rüzgara tabii olan tüy gibi , Allah’ın iradesine tabii olduğunu söylüyorlardı. Bu tarz düşünce şekli , İslam aleminde akli ve ilmi çalışmanın gelişmesini önleyici mahiyette idi. Mutezile ise insana hürriyet tanımakla , İslam dininin cemiyet hayatına verdiği önemi benimsemiş oluyordu. Her Müslümanın  tenbellikten kaçınan , çalışmaya ve araştırmaya bağlanan kimse olarak cemiyet içinde yaşamasını amaç ediniyordu. Mutezile bu prensibi ile, zalim siyaset adamlarına dahi ağır bir darbe vurmuş oluyor ve onları vicdani muhasebeye davet etmiş oluyordu.[6]

3-el-VA’AD VE’L-VAİD

Mutezile , yukarıda naklettiğimiz adalet prensibinden hareketle bu prensibi de temel esas olarak kabul etmiştir. El –Va’d ve’l-Vaid iyi işler işleyenin ahrette mükafatlandırması , kötü amelde bulunanları ise ahrette kesin cezalandırılması prensibidir. Çünkü Allah’ın adaletinin gereği budur.[7]

Bu prensibin diğer bir anlamı da amelin imana dahil olmamasıdır. Mutezile’ye göre ameli terk eden ve sadece iman sahibi olan kimsenin ahrette durumu kötü olacaktır. Bu sebeple onlar imanı , ikrar , bilgi , ve amel diye tarif etmişlerdir. Dolayısıyla taklit yoluyla edinilen imanın da bir kıymeti yoktur.

Mutezile Fırkası bu prensibe dayanarak “İnkarla itaatin bir faydası olmadığı gibi imanla birlikte günahında bir zararı yoktur” diyen Mürcie’ye cevap vermişlerdir. Çünkü Mürcie’lerin iddiaları doğru kabul edilirse , Allah’u Teala’nın  korkutması (Vaidi) boşuna olur. “Allah onların iddialarından münezzehtir , çok yücedir.”[8]

el-MENZİLETÜ BEYNE’L-MENZİLETEYN

Büyük günah işleyen kimse hakkında ; Havariç kafir olduğunu söyler , Mürcie ise , iman sahibine büyük olsun , küçük olsun hiçbir günahın zarar vermeyeceğini iddia eder .Ehli Sünnet Müslim fasık addeder. “Kebire işleyen ahrette cezasını çektikten sonra , iman sahibi olduğu için Cennet’e gider” der. Mutezile’nin başı Vasıl b. Ata ise kebire işleyen kimse hakkında şöyle der: ”İman iyi meziyetlerden ibarettir. Bu meziyetlerin bulunduğu kişiye “mümin1 denir. Ve bu isim onu övme mahiyetindedir. Yoldan çıkan fasık ise hayırlı meziyetler kendisinde bulunmadığı için , övülecek bir isme layık olmaz ve kendisine “mümin” denilemez. Bu kimseye “kafir” de denilemez. Çünkü bu kişi kelime-i şehadet getirmekte ve daha başka hatırlı amellerde işlemektedir. Bunun yaptıklarını inkar etmek mümkün değildir. Ne var ki böyle bir insan , Tövbe etmeden  dünyadan ayrılırsa , ebedi Cehennem’de kalacaktır. Çünkü ahrette iki fırka insan vardır. Biri Cennetlik diğer Cehennemliktir. Fakat böyle günahkar kişinin ateşi hafifletilir.[9]

5-el-EMR Bİ’L-MARUF VE’N-NEHY ANİ’L-MÜNKER

Mutezile mensupları , İslam davasını yaymak, sapıklara doğru yolu göstermek, Müslümanların dinini bozmak için hak ile batılı birbirine karıştıranların , hücumlarını önlemek için , iyiliği emretme ve kötülüğe mani olmanın , bütün müminler için kaçınılmaz bir vazife olduğuna inanmışlardı. Kur’an’ı Kerim’de iyi amellerin emir buyrulduğu ve kötü amellerin yasaklandığı noktasından hareket ederek, el-emr bi’l maruf  ve’n-nehy ani’l-münkeri vacip saymıştır. Yani her Müslümanın iyiliği kesinkes emretmesi , kötülüğü kesinkes yasaklaması zaruridir. Bunun  delilini Kur’an’ı Kerim’den göstermişlerdir: ”Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki herkesi hayra davet etsinler , iyiliği emretsinler , kötülükten sakındırmaya çalışsınlar”[10] ayetini etmektedirler.

Mutezile , iyiliği emrediyorum , kötülükten nehy ediyorum diye kendi te’vil ve görüşlerini başkalarına zorla kabul ettirmek yolunu tutmuştur. Kendi prensiplerine karşı gelenlere ağır hücumlarda bulunmuştur. Bu konuda o kadar ileri gitmişlerdi ki , Halife Me’mun zamanında Kur’an’ın mahluk olduğu tezini kabul etmeyen Ahmet b. Hanbel’in takibata uğramasını zikredebiliriz. Mutezile bu prensibi uygularken diğer görüş sahiplerini oldukça fazla incitmiş , gücendirmiş , kızdırmıştır. Bu prensibin tatbikatında sertlik ve aşırılık Mutezile taraftarlarının azalmasına neden olmuştur.[11]

 


[1] Ebu Zehra Muhammed , a.g.e. , c.1 , s.156 ; Işık Kemal , a.g.e. , s.67 ; Şenel Lütfi , a.g.e. , s.128 ; Yetik Zübeyr , a.g.e. , s.90 ; Gölcük Şerafettein-Toprak Süleyman , Kelam , s.29 , Konya , 1988

[2] Şehristani , a.g.e., c.1 ,s.44 ; Bağdadi , a.g.e. , s.68-70 ; Ebu Zehra Muhammed , a.g.e. , c.1 , s.149-150; Şenel Lütfi , a.g.e. , s.128 ; Ahmet Emin , Duha’l İslam ,c.3,s.22 ; Gölcük Şerafettein-Toprak Süleyman , Kelam , s.30 , Konya , 1988

139 Eş’ari , Makalat , c.1, s.235 ; Lütfi Şenel , ag.e., s.128

140 Maide , 5/73

[5] Işık Kemal , a.g.e., s.70

[6] Yetik Zübeyr , a.g.e. , s.90 ; Şenel Lütfi , a.g.e. , s.129

[7] Şehristani , ag.e, c.1 , s.45 ; Ahmet Emin , Duha’l İslam , c.3 ,s.61 ; Muhammed Ebu Zehra , a.g.e., c.1 ,s.159

[8] Muhammed Ebu Zehra , a.g.e. , c.1, s.159

[9] Şehristani , a.g.e., c.1 ,s.48 ; Ahmet Emin , Fecru’l-İslam , s.297, Muhammed Ebu Zehra , a.g.e., c.1 , s.159 ; Şenel Lütfi , a.g.e., s.130

[10] Al-i İmran , 3/104

[11] Muhammed Ebu Zehra , a.g.e. , c.1 ,s.60

Yorum Ekle