Peygamberimizin yaşadığı zaman henüz cahiliye çağı gelenek ve göreneklerinden yeni kurtulmuş olan Arapları bir araya getirmek , onları bir fikir , bir inanç etrafında toplamak ve böylece henüz doğmakta olan İslam devletini kuvvetli ve sağlam temeller üzerinde kurmak amacını güden , iman esaslarını tespit edildiği ve şer’i hükümlerin vaaz edildiği bir devirdi. Peygamber henüz aralarında olduğundan Müslümanlar , dinin esaslarını ve bununla ilgili şer’i hükümleri öğrenmek için bizzat kendisine başvuruyor vahiy ve Kuran-ı Kerim’in ışığı altında aradıklarını buluyor ve böylece müşküllerini halletmiş oluyorlardı.[1] Aslında Müslümanlar anlamakta güçlük çektikleri , öğrenmek istedikleri konuları ve her türlü problemlerini sormakla mükellef olduklarını Kuran-ı Kerim şöylece ifade eder:
“Bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz –Allah ve ahiret gününe inanmışsanız- Allah ve Resulüne bırakın”[2]
“Allah’ın indirdiği ile hükmet…onların heveslerine uyma”[3]
“Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem tayin edip , sonra haklarında senin vermiş olduğun hükmü gönül rızasıyla kabul etmedikçe onlar iman etmiş olmazlar”[4]
Kuran-ı Kerim incelendiğinde , Hz. Peygamber’in doğrudan doğruya muhatap olduğu sorular on üç kadar meseleyi ihtiva etmektedir.[5] Bunlar genel olarak Müslümanların pratik hayatıyla ilgili ameli fıkhi meseleler olmakla beraber , bunların içinde Ruh’un mahiyeti Zu’l- Karneyn, Ashabu’l Kehf’in kimlikleri ve kıyamet gününün alametleri gibi , başka din mensuplarının veya onların teşvik ettiği kimselerin tevcih etmiş oldukları sorularda yer almaktadır.
Kuran-ı Kerim ve hadislerin incelenmesinden anlıyoruz ki Hz. Peygamber zamanında Kuran-ı Kerim’de varid olan “muhkem” ve “müteşabih” ayetler hakkında da bazı tartışmalar olmuştur. Muhkem ayetler , kesin anlamlı , manaları değişmeyen ayetlerdir. Müteşabih olanlar ise , değişik ve çeşitli manalara gelebilen , anlayışa göre değişebilen ayetlerdir.[6] Kuran-ı Kerim’de bu konuya şöyle değerlendirmektedir:
“Sana kitabı indiren O ‘dur. Onda kitabın temelini teşkil eden kesin anlamlı (muhkem ) ayetler vardır. İşte kalplerinde eğrilik olanlar , sırf fitne çıkarmak , kendi arzularına göre yorumlamak için onların müteşabih olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir.[7]İlimde derinleşmiş olanlar ise: “Biz ona inandık , hepsi Rabbimizin katındandır” derler”[8]
Bu ayetle ilgili olarak Hz. Aişe’den rivayet edilen hadiste , Hz. Peygamber’in müteşabih ayetlere uyanlardan sakınmalarını emrettiği beyan olunmaktadır.[9] Daha sonra ki şarihlere göre, sakınılması gereken kimseler ; çeşitli mezhep tartışmaları sırasında benzeri ayetlerden kendi görüşlerini takviye maksadıyla bol bol istifade eden Harici, Mutezile, Cehmiyye , gibi fırkaların mensupları olmuşlardır.
İlk bakışta zahiri manaları itibariyle tenzih anlayışı ile uyuşmaz gibi görünen el, yüz ve göz gibi insanlarda bulunan sıfatlar müteşabih ayetlerde vardır. Keza insan kaderi lehinde veya aleyhinde bazı din ve mezheplere karşı bir takım görüşler ileri sürülmektedir. Fakat bütün bunlara rağmen , gerek Hz. Peygamber devrinde ve herkese onu takip eden dört halife devrinde bu konuda Müslümanlar arasında ciddi ihtilaflara yol açacak , onların düşünce ve inanç birliğini sarsacak herhangi bir fikir ve görüş ileri sürülmemiştir. Gerçi , bu ayetlerle ilgili Müslümanlar arasında bazı münakaşalar olmuştur. Akıl sahibi her insanın kendisini yakından ilgilendiren bu gibi konularla ilgilenmesi üzerinde düşünmesi gayet normal bir olaydır. Ancak bunlar hiçbir zaman daha sonraları olduğu gibi “tecsim” veya “teşbih” manasında münakaşa yapılmamış , sadece bu ayetlerin tefsiri konusunda inhisar etmiştir. Ayrıca nakledilen bazı hadislerde müteşabihata rastlanması , o devirde olması bile, daha sonraki devirlerde Müslümanları bir hayli meşgul etmiştir.[10]
En çok münakaşa edilmiş Kuran-ı Kerim konularından biri de “kader” ile ilgili ayetlerin bulunduğu bölümlerdir. Bütün, kader kelimesi ve benzerlerinin geçtiği ayetleri inceleyecek olursak şöyle genel bir sonuç çıkarmak mümkündür. Allah “Mutlak bir irade sahibi , mutlak ihtiyaçlarını kullanan , ezelden , tayin ve tertip eden olarak ifade edilir.[11]Tabii bu ezeli tertibin içine bütün mevcudatla birlikte insanda girmektedir. Bu konu Kuran-ı Kerim’de yetmiş dört ayette anlatılmaktadır.
İnsanın fiilleriyle ilgili İlahi Takdir’i beyan eden ayetleri de 3 grupta mütalaa etmek mümkündür :
- İnsanın fiillerinde ilahi kudretin rol oynadığını beyan eden ayetler:
“Eğer Allah dilemeyip hidayet etmeseydi kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş olmazdık “
“Sen onunla dilediğini sapıklığa götürür , dilediğini doğru yola iletirsin. And olsun ki , biz cin ve insten çoğunu cehennem için yaratmışızdır.”[12]
ii. İnsanların mesuliyetlerine beyan eden ayetler :
“Orada herkes kendisinden evvel gönderdiğini bulur”
“Kim doğru yola düşerse kendi nefsini doğru yola ulaştırır ve kim yanlış yola saparsa kendi nefsini yanlışa götürür. Ben sizin üzerinizde koruyucu değilim.”[13]
iii. Allah’ın iradesinin , insanın durumuna bağlı olduğunu beyan eden ayetler :
“Onlar vermiş oldukları sözleri bozdular , biz de kendilerini rahmetimizden kovduk , kalplerini katı kıldık. “
“Allah’ın rızasına uyanları onunla selamet yoluna iletir ve onları iradesiyle , karanlıktan aydınlığa çıkarır ve doğru yola iletir.”[14]
Kuran-ı Kerim’de 74 yerde geçen “kader” meselesi Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin devirlerinde –diğer ihtilaflı konularda olduğu gibi- bu mevzuda önemli tartışmalar olmamıştır. Çünkü Hz. Peygamber her fırsatta Müslümanları itikadi konularda münakaşaya girişmekten şiddetle menetmiş , aralarında fitne fesat tohumlarının saçılmasına dolayısıyla tesis edilmiş olan birlik ve beraberliğin bozulmasına sebep olabilecek her türlü ihtilaf noktalarından şiddetle kaçınmalarını sahabelerinden istemiştir. Ebu Hüreyre’den nakledilen bir hadiste, “Biz kader babında münakaşa ediyorduk , Hz. Peygamber geldi , yüzü kızgınlıktan nar gibi kızarmıştı ; ben size bunu emretmek için mi gönderildim ? Sizden öncekiler bu münakaşalar yüzünden helak oldular , böyle münakaşalar yapmayın.”[15]
Hz. Peygamber itikadi konuların münakaşasını şiddetle reddettiği halde bazı Müslümanların bu gibi mevzularda düşünmesi , zihinlerde bazı istifhamların belirmesi önlenememiştir. Fakat bu düşünce hiçbir zaman öğrenme veya aydınlanma arzusu hudutlarını aşmamıştır. Esasen Müslümanlar da henüz bu konular üzerinde fazlaca durmayı lüzumlu görmüyor ve buna da ihtiyaç hissetmiyorlardı. Çünkü Hz. Peygamber onları , Kuran ve Sünnet gibi iki temel üzerine kenetlemiş sağlıklı , Allah’ın emirlerine muti , geleceğe güven veren ideal bir topluluk olarak yetiştirmişti.[16]
Hz. Peygamber’in devrini takip eden Hulefa-i Raşidin devri özellikle üçüncü halife Osman b. Affan (ö.H.35/M.655)’ ın devrine nispeten sakin geçmiş , Peygamber devrinde olduğu gibi akideyle ilgili hususlar münakaşa konusu yapılmamıştır. Esasen bu devirde Müslümanlar bütün güçlerini daha çok İslamiyet ‘in genişleyebilmesi ve güçlenebilmesi için yapılan savaşlara hasretmişler , dolayısıyla bu gibi meselelerin münakaşasına fırsat dahi bulamamışlardır. Ayrıca Hz. Peygamber’in devrine hakim olan zihniyeti olduğu gibi devam ettirmek isteyen muhafazakar Müslümanlar (selef ) ın rolü de büyük olmuştur.
Selef’in bu tutumunu teyid eden birçok haberler vardır. Ehemmiyetine binaen birkaç misal vereceğiz: Bir gün Malik b. Enes (ö.H.179/M.795) ‘e bir adam gelerek , “Rahman arşa istiva etti”[17] ayetindeki “istiva” nın keyfiyetini sorunca , derhal Malik’in başı yere düştü , alnında ter damlaları birikmiş olduğu halde bir müddet bekledi. Sonra başını kaldırarak : ”İstiva meçhul değildir , keyfiyetini anlamak mümkün değildir , ona inanmak vaciptir , onun hakkında soru sormak bid’attir “ dedi ve adamın meclisten atılmasını emretti.[18] Keza aynı ayet Rabiatu’r Ray (ö.H 136/M.753)’e ne düşündüğü sorulunca , Malik ‘in cevabına benzer bir cevap vermiş ve şöyle demiştir : “İstivanın keyfiyetini meçhuldür. İstiva gayri makuldür. Bana ve sana düşen ona mutlak imandır.”[19]
Selef’in itikadi konulardaki bakış açısını ifade etmek açısından , Halife Hz. Ömer b. El-Hattab (ö.H.24/M.644)’ ın “kader” konusundaki tutumu güzel bir misaldir: Hicretin 17.yılında Şam seferine çıkan Halife Ömer , orada bir veba salgınıyla karşılaşınca derhal kendisiyle birlikte askerlerin de çekilmesini emretmişti. Bunun üzerine Ebu Ubeyde b. El Cerrah kendisine “Allah‘ın kaderinden mi firar ediyorsun ? “ dediği zaman : “ Evet Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyorum. Bir vadide sürüsünü otlatan çoban vadinin sağında sürüsünü otlatırsa o onun kaderidir. Vadinin solunda otlatırsa o onun kaderidir” diye cevap vermiştir.[20]
Yukarıda verilen örnekte de görüldüğü üzere selefin , başka bir ifadeyle hadis ehli ve nakilcilerinin itikadi konulara yaklaşımı bu merkezde idi. Onlar daha sonraları bu düşüncelerinde o kadar ileri gittiler ki , kendilerinden başka türlü düşünen , nassları yorumlayan akli deliller kullanan bütün alimlere cephe alarak onları zındıklıkla, bid’atçilikle itham etmekten çekinmemişlerdir.
Selef diye adlandırılan bu ekol sahipleri , kendi görüşlerini genel olarak şu noktalarda topluyorlardı :
1- Takdis : Allah’ ın cismaniyet v.b. şanına layık olmayan her türlü noksan sıfatlardan tenzih etmek
2- Tasdik : Kaur’an-ı Kerim ve hadislerde varid olduğu gibi i Allah ‘ın bütün kemal sıfatlarını münakaşa etmeden veya bu konuda herhangi bir yorumda bulunmadan olduğu gibi kabül etmek ve bunlara iman etmek.
3- Aczi İtiraf : Kur’an-ı Kerim ve hadislerde geçen müteşabih v.b. gibi nassların karşısında aczi itiraf etmek ve bunların manalarını araştırmanın kendi görev ve yetkilerinin sınırını aştığına inanmak.
4- Sükut : Bu gibi nasslar hakkında soru sormamak münakaşa yapmamak ve tam bir sükutu ihtiyar etmektir. Çünkü bu konularla ilgili her hangi bir soru , herhangi bir tartışma akidenin zayıflamasına , tehlikeye girmesine sebep olabilir. Hatta bazı hallerde sahibini bilmeyerek küfre kadar da götürebilir.
5-İmsak : Bu gibi nasslar üzerinde akli istidlal veya teviller yapmamak , yorumlarda bulunmamak.
6- Kef : Kalbi bozacak her türlü düşünce ve araştırmadan kaçınmak , uzak durmak
7-Teslim : Marifet ehline kendini teslim etmek , bu konuda onların şerh ve izahlarına tereddüt etmeksizin tam teslim olmak.[21]
İmam-ı Gazali (ö.H.505/M.1111) gibi hür , serbest düşünceli bazı büyük İslam bilginlerinin dahi , zaman zaman görüşleriyle desteklediği selefin bu muhafazakar cereyanı [22] henüz gelişmekte ve yeni filizlenmekte olan İslamiyet’in gerektirdiği şartlar icabı , başlangıçta belki doğru olabilirdi. Aslında daha önce de ifade edildiği , gerek Hz. Peygamber ve gerekse onu takip eden Hulefa-i Raşidin devirlerinde itikadi konularda ısrarla takip edilen , tutulan yolun ana hedefi de bundan başka bir şey değildi. Fakat zamanla cihanşümul bir din halini alan , birçok yabancı dil ve kültürleri içine alan İslam topluluğu , özellikle akla ve düşünceye büyük önem veren İslam dini bu gibi nazariyelerin mahkumu olamazdı.
Nitekim , bu muhafazakar cereyana karşı duran onun nu durumuna şiddetle hücum eden, nassların aklın ışığı altında ilmi bir şekilde yorumlanmasını ve açıklanmasını öngören akılcı bir cereyan meydana geldi. Bunların sistemli ve devamlı hücumlarına maruz kalan Ehli Sünnet , başka bir deyimle nakilciler , zamanla eski klasik tutumlarını değiştirmek ve gelişen , her an değişme istidadı gösteren yeni İslam toplumunun zorunlu kıldığı şartlara uymak mecburiyetinde kaldılar. İşte bütün bunların sonucu olarak sünni kelam sistemi doğmuş oldu.
Herevi [23] gibi , bazı muhafazakar İslam alimlerinin başlangıçta kelam ilmini ve onunla iştigal edenleri şiddetle yemelerine hatta onları bid’atçılıkla , zındıklıkla itham etmelerine rağmen , bugün elimizde mevcut kelamla ilgili eserlerin hemen hepsinin daha giriş kısmında bu ilmin en şerefli , en üstün bir ilim olduğunun ısrarla ifade edildiğini görürüz. Tabii olarak bu ; gelişmenin ve değişen şartların icabıdır. Başlangıçta şiddetle kaçınmalarına rağmen , bugün akla uygun ve nassların gerçek anlamlarına halel getirmeyecek şekilde te’vil yapmayan ehli sünnet alimi hemen hemen yok gibidir.
Şu kesin bir gerçektir ki , nakilcilerin zıt kutbunu teşkil eden ve bu gelişmede en büyük rolü oynayan akılcıların başında , kelam ilminin ilk esaslarını koyan , onu gerçekten sistematik bir ilim haline getiren Mutezile fırkası bulunuyordu.[24]
Konumuzu teşkil eden bu fırkanın doğuşunu hazırlayan faktörlerin başında gerek itikadi , gerekse siyasi , İslam camiasında zaman zaman zuhur eden birtakım ihtilaflar yer almaktadır. Buraya kadar bu ihtilaflardan bir kısmını teşkil eden itikadi konuların cahiliye devrinden Hz. Osman’ın devrine kadar ki durumdan kısaca bahsettik. Bundan sonraki duruma özellikle Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle ortaya çıkan duruma Mutezile’ nin doğuşuna tesir eden faktörlerden bahsederken temas edilecektir. Fakat olayları biraz daha geriden alarak daha Hz. Peygamber ‘ in hastalığı sırasında zuhur eden ve başlangıçta basit gibi görünmesine rağmen , daha sonraları Müslümanlar arasında çıkan büyük ihtilafların , dolayısıyla vücut bulan çeşitli fırka ve mezheplerin gerçek nüvesini teşkil ettiğine inandığımız birtakım ihtilaflara temas edeceğiz.
[1] Hasaballah Ali, Muhadaret fi İlmi’t- Tevhid,s.88, Kahire 1372/1959,Işık Kemal,a.g.e.,s.13
[2] Nisa,4/59
[3] Maide,5/49
[4] Nisa,4/65
[5] Bakara,2/215,217,219,,Enfal,8/1,Kehf,18/83,İsra,17/85,Araf,7/187
[6] Zemahşeri,el-Keşşaf,c.1,s.337,338,c.4,s.245,813,814,Kahire1365/1946
[7] Müfessirler bu ayetin tefsiri hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Onların bir kısmı , ayette varid olan “ve’r-rasihun” tabirini bir önceki kelimeye , yani “illa Allah” da ki Allah üzerine atfetmek suretiyle “onların yorumunu ancak Allah ve bir de ilimde derinleşmiş , rüsuh kesbetmiş olanlar bilir “şeklinde mana vermişlerdir ki bu manaya göre bu gibi ayetlerin te’vil edilmesi , yorumlanması caizdir. Diğer bir kısım ise , “illa Allah” da durarak “onların yorumunu ancak Allah bilir. Rasihler –ilimde yüksek bir dereceye ulaşmış olanlar – ise ; “Biz ona inandık , hepsi Rabbimizin katındadır” derler şeklinde mana vererek her türlü te’vil ve yorumdan kaçınmışlardır. Bu konuda Zemahşeri birinci grubun fikrini daha uygun görmektedir. Bkz. Zemahşeri, el-Keşşaf,c.1,s.338
[8] Al-i İmran ,3/37.Bu ayet Hz. Peygamber’e gelmiş olan Necran Hıristiyanlarından bir grubun “Siz Hz. İsa Allah’ın Kelim’idir diyorsunuz bu bize kafidir” diyerek mugalataya sapmaları üzerine nazil oldu.
[9] Ayni el Hanefi, Umdet-ül Kari fi Şerh Sahihu’l Buhari,c.8,s.516,İstanbul 1308
[10] İbn Kuteybe , Te’vül Muhtelefi’l – Hadis , Mısır , 1326;Er-Razi,Esasu’t Takdis fi’l- Kelam,Mısır,1328
[11] Şenel, Lütfi,a.g.e., s.8
[12] Araf,7/41,155,179
[13] Yunus,10/30,108
[14] Maide,5/13,16
[15] Tirmizi,Sünen,c.2,s.19,İstanbul,1292/1875
[16] Şenel, Lütfi, a.g.e. ,s.12
[17] Taha,20/5
[18] Beyhaki , el Esma ve’s-Sıfat , s.408 , Mısır 1358
[19] Beyhaki , a.g.e., s.408-409
[20] Taberi , Tarihu’l Ümem ve’l-Müluk , c.2 , s.158-159, Kahire 1357/1939
[21] Gazali , İl camu’l-Avam an İlmi’l Kelam , s. 4-5, İstanbul 1287 ;Doğan Lütfi , Ehli Sünnet Kelamında Eş2ari Mektebi,s.10-11 , Ankara 1961 , Işık Kemal , a.g.e. , s.20
[22] Gazali , a.g.e. , s.4
[23] Herevi , Zemmü’l Kelam ve Ehlihi , İstanbul İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi , Yazma no : 7614
[24] Ebu Zehra , Muhammed ,Tarihu’l Mezahib el- İslamiyye , c.1 , s.14 , Mısır ,Tarihsiz ; Taftazani , Şerh’ ül Akaid , s.16 , İstanbul , 1308