Yıl 1983.Anadolu’nun sakin bir köyünde baba oğul birlikte sınav sonuç belgesini inceliyorlar. Baba “Kırıkkale Sağlık Meslek Lisesi “ diye okurken oğlu ısrarla “Hayır baba burada Kırklareli 60. Yıl Sağlık Meslek Lisesi” diye yazıyor diyordu. Baba da aslında ilk şaşkınlıktan sonra oğlu gibi görmeye ve okumaya başlamıştı ama bu onun hiç işine gelmiyordu. Bu sonuç belgesinde yazan “Kırklareli 60. Yıl Sağlık Meslek Lisesi “ babanın çok ağrına gidiyordu.
Kırıkkale karayoluyla köylerine o zaman 6 saat, Kırklareli ise 20 saatti.14 yaşındaki bir çocuk 20 saatlik mesafeye nasıl gönderilebilirdi. Önce elindeki tek alternatif Ankara Ulus Maliye Meslek Lisesi mülakatını denemeye karar verdi. Çünkü Kırklareli, çok ama çok uzaktı. Üstelik bir tanıdık, dost ya da arkadaş yoktu.
Ankara’ya gittiler. Yazılı sınavda çok iyi puan alan oğlu bir kez de mülakatta ter döktü. Mülakat tama anlamıyla o zaman ki ülkeye yakışan bir mülakattı. Kurul çocuğunun elini açtırdı, köyden geldiğini öğrenince daha fazla soru sorma gereği duymadılar. Zaten sınava giriş belgesinde “Maliyeci çocuğu mudur ? “ sorusuna “H” şıkkını işaretlemişlerdi.
Maliye Meslek Lisesine giremeyince tek alternatif “Kırklareli 60. Yıl Sağlık Meslek Lisesi” Devlet Parasız Yatılı okulu olarak duruyordu. Baba oğluna ortaokulu okuduğu köylerine 12 km mesafede ki ilçede okumayı teklif etti.
Oğul düşündü.3 yıl okuduğu ortaokulda yaşadığı zorlukları anımsadı. Kışın tuttukları tek odalık evde babaannesiyle birlikte kalıyorlardı. Her gün ilçenin bir başından diğerine yürüyordu. Babasının durumunu bildiği için bisiklet isteyememişti. Babaanne bazı sebeplerle gelemediği durumlarda kendi işini kendi yapmaya çalışmıştı. Bir keresinde çay yaptı. Şeker zannettiği şeyi çayına kattı. Ama bir türlü şeker karışmıyordu çaya. Herhâlde bu şeker bozulmuş olmalı diye düşündü. O kattığı şeyin şeker değil nişasta olduğunu babaannesinden öğrendi. Her Cuma öğleyin okulda kalır, yemeği aperatif şeylerle geçirirdi. Aslında köyünde bitirdiği ilkokuldan sonrada Devlet Parasız Yatılı okulu olan Tokat Gaziosman Paşa Lisesi ni kazanmıştı. Ama 12 eylül öncesi terör olayları sebebiyle babası o okula göndermemişti. Nerden bilebilirdi 12 Eylül de terörün bir anda sona ereceğini.
Babasını teklifi liseyi bir 3 yıl daha aynı şekilde ilçede okuması idi. Hiç düşünmeden reddetti “Hayır baba ben Kırklareli ne gitmek istiyorum, biliyorsun bu okuldan mezun olur olmaz 18 yaşında “Sağlık Memuru” olarak devlet memurluğuna başlıyorsun” dedi.
Baba oğlunun bu kararlı durumu karşısında itiraz edemedi. Hani oğlu haksızda sayılmazdı. Ortaokulda çocuğunun hangi şartlarda okuduğunu çok iyi biliyordu.
Karar verildi. Hazırlıklar yapıldı. Anneyle, babaanneyle, yengeyle, amcalarla, kardeşlerle ve köylüleriyle vedalaşıldı. 2 küçük ama 14 yaşındaki çocuğa büyük valizi vardı. Yola çıkıldı.16 saat İstanbul, 4 saatte Kırklareli 20 saatlik bir otobüs yolculuğu onları bekliyordu.
Yolda baba sık sık duygulanıyor, bazen ağlıyor ama oğluna belli etmemeye çalışıyordu. Ama oğlu her şeyin farkındaydı. Ama gitmek zorundaydılar. Önce İstanbul’a geldiler. Baba oğul dayılarının kızına bir gün misafir oldular. Anadolu otogarından, Avrupa otogarına geçtiler. Baba bir kez daha duygulanmıştı.14 yaşındaki çocuk 2 valizle İstanbul trafiğinde Avrupa Otogarından Anadolu otogarına tek başına nasıl geçecekti.
Kırklareli ne vardılar Okulu buldular. Okul yetkilileri onları sıcak karşıladı. Okula kayıt şartlarını anlattılar. Sözleşme imzalanacak, çocuk 4 yıl yatılı okuyacak, tüm masrafları devlet tarafından karşılanacak, mezun olunca derhal sağlık memuru olarak ataması yapılacak, 4 yıl mecburi hizmet yapacaktı. Bu kurallara uyulmaması durumunda imzalanacak olan senetteki 142.000 Lira faiziyle birlikte babadan tahsil edilecekti. Baba şartları dikkatle dinledi. Oğluna baktı. Oğlu “kabul et baba senin yüzünü kara çıkarmam merak etme “ anlamında kafasını salladı. Baba kabul etti. Senedi imzaladı. Bunun üzerine idareciler babaya bir liste verdiler. Listeyi çarşıdan almasını ve okulda ilk yemek için öğle yemeği saatinde okulda olmasını istediler. Pijama, havlu, şort, forma, diş fırçası, macunu vs. liste uzayıp gidiyordu.
İlk defa geldikleri şehirde çarşıya çıktılar. Listede yazanları aldılar ve belirtilen saatte okula döndüler. Oğul baba ve kendisi için için 2 yemek aldı. Tabildot u ilk defa görüyordu. Mönü kuru fasülye, pirinç pilavı ve üzüm kompostosundan oluşuyordu. Yemeği yediler. Üst sınıftan bir öğrenci yüksek sesle yemek duasına davet etti herkesi. Herkes bir gürültüyle ayağa kalktı. Öğrenci yüksek sesle ”Tanrımıza hamdolsun, milletimiz var olsun, afiyet olsun” diye dua etti bizde tekrar ettik.
Okul yeniydi. Devlet hastanesinin hemen yanında şehrin kıyısındaydı. Geniş bir bahçesi, kapalı spor salonu, dershane ve yatakhanelerin olduğu 3 bloktan oluşuyordu. Yemekten sonra önceden belirlenmiş olan yatakhaneye çıktılar. Dolabına eşyaları yerleştirdiler. Baba biraz rahatlamıştı. Çünkü idareciler çok iyi davranmış, güven vermişti, 200 e yakın çocuk vardı, her şey yeni ve tertemizdi. Oğlu için çok iyi bir eğitim verileceğini anlamıştı.
Zaman hızla geçiyor babanın gitme zamanı yaklaşıyordu. Okuldan çarşıya geçtiler. Şehrin meşhur çay bahçelerinden en büyüğünde çınarın altında bir şeyler içtiler. Sonra birlikte Kırklareli otogarına gittiler. Bilet alındı. Otobüs saati gelmişti. Ayrılık zamanı yaklaşınca baba gözyaşları içinde oğluna döndü ve kararlı bir şekilde : “Oğlum ben ayrılığa dayanamam, seni burada bırakamam, haydi beraber gidelim, ilçede Zile de liseyi okursun” dedi. Oğlun önünden film kareleri gibi bir anda özellikle son 4 ayda yaşadıkları ve tüm ortaokul dönemi geçti. Biraz daha beklerse olabilecekleri düşündü, ne yapması gerektiğine karar verdi.
Babasının elini aldı, öptü, kucakladı ve “baba benim burada okumam lazım, kalmam lazım, hakkını helal et, hayırlı yolculuklar, herkese selam söyle, ben 4 ay sonra 15 tatilde gelirim” dedi ve ayrıldı. Koşar adımlarla babasından uzaklaştı. Hiç arkasına bakmadı. Bakamadı. Baksaydı belki de kendisi de dayanamayacaktı. Öyle hızlı yürüyordu ki okula bir anda gelmişti. Yatakhaneye çıktı, yatağa kapandı ve ağladı.
Baba bir heykel gibi kalmıştı. Oğlunun bu çevik hareketleri karşısında ne yapacağını bilememişti. Gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Bir anda muavinin sesiyle irkildi.
-”14 numara senin mi ağabey, otobüs kalkıyor” dedi muavin.
Baba başını evet anlamında salladı. Çünkü konuşamıyordu. Muavin alışıktı böyle görüntülere, babanın bagajını aldı ve otobüse buyur etti. Baba yol boyunca, oğulda bir süre ağladılar. Oğul geceleri, baba ise özellikle yemeklerde oğlunu görmeyince bir süre daha ağladılar ama giderek bu ağlamalar azaldı. İnsan bu, neye alışmıyor ki.