Yezidiye arka çıkmalıyım…

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu; İnsanlık topluluğunun bütün bireyleriyle kuruluşlarının bu Bildirgeyi her zaman göz önünde tutarak eğitim ve öğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye, giderek artan ulusal ve uluslararası önlemlerle gerek üye devletlerin halkları ve gerekse bu devletlerin yönetimi altındaki ülkeler halkları arasında bu hakların dünyaca etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını sağlamaya çaba göstermeleri amacıyla tüm halklar ve uluslar için ortak ideal ölçüleri belirleyen bu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan etmiştir. Bildirgeden 3 madde:

Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.

Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.

Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır. Yüksek öğretim, yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.

30 maddelik İnsan Hakları Bildirgesi, insanlığın “Hak Ve Özgürlükler “ konusunda oldukça ileri bir aşamaya geldiğinin belgesidir. Fakat “Hak ve Özgürlükleri” sadece belgelere yazmanın yetmediğini tarih defalarca ispat etmiştir.

Hak ve Özgürlükler” toplumun çoğunluğunun omuz omuza vererek geçimini birilerinin Hak ve Özgürlüklerinin olmaması ya da kısıtlanmasına bağlayan “zalim” kişi ve guruplara karşı mücadelesi ile kazanılır.

Ülkemizde “Hak ve Özgürlükler” konusunda çaba gösteren tüm insanların en çok dikkat etmeleri gereken empati yapmak ve mücadelesini sadece kendisi için değil tüm “mağdurum” diyen kesimler için yapabilmektir. Bu gün Türkiye’de din, etnik, kültür, ekonomik farklılıklardan dolayı mağdur olan ve toplumun ekseriyeti teşkil eden insanlar ortak hareket etme bilincinden maalesef yoksundur. Çünkü geçimini, kariyerini, gelirini, konumunu zulme, başkalarını mağdur etmeye borçlu olan insanlar bu mağdurların da bir araya gelmesine müsaade etmemektedirler.

“Susma sustukça sıra sana gelecek” gözü slogan olarak toplumda çok kullanılsa da içi boşaltılmış , sadece tarihi bir gerçeği yansıtan hakikat olarak karşımızda durmaktadır. Oysa Mazlumun dinine, etnik kökenine, dünya görüşüne, kıyafetine, derisinin rengine, diline, tutuğu takımına, memleketine bakılmaz.

Bu konuyu çok güzel aydınlatan Altan Tan Beyin kaleminden bir hikaye: Dedemin dedesinin babası Hacı Hesene Bekro zamanında Midyat dağlarında zalim mi zalim, gaddar mı gaddar bir ağa varmış. Üstüne üstlük bir de Müslüman geçinirmiş . Bu zalim ağa zapt ettiği bunca bağ, bahçe, tarla yetmezmiş gibi komşu köyün, birkaç koyun ve keçisini otlatmak için kullandığı dere kenarındaki merayı da bostan yapmış kendine. Köylüler ne desin, boyun büküp eyvallah etmişler rezile. Malum Midyat’ta Süryani, Yezidi ye, Müslümanlar birlikte yaşarlar. Kız alıp verme hariç dostluk, arkadaşlık ve ticaret devam eder aralarında. Sıcak bir yaz günü susuzluktan bunalan, biri Müslüman, biri Süryani, biri de Yezidi üç arkadaş dere kenarına inmişler. Ellerini, yüzlerini yıkayıp kana kana su da içince biraz kendilerine gelir gibi olmuşlar. Üçü de güçlü kuvvetli aslan gibi delikanlılarmış.

Gözleri ağanın bostanına takılmış. Sağa sola bakmışlar kimseyi görmemişler. Nasıl olsa dere Allah’ın deresi, bostan da köyün ortak merası, birkaç salatalık, bir iki kavun karpuz yesek ne olur deyip dalmışlar bostana. Müslüman Hasso kavuna, Süryani Gebro karpuza, Yezidi Carcuro da saldırmış hıyara. Daha ilk lokma ağızlarında iken kara vicdanlı Reşo ağa bitivermiş bostanın başında. Bir nara boğazında düğümlenmiş zalimin. Birkaç saniye zarfında birkaç bin tilki dolaşmış kafasında. Ulan demiş tam yalnız başına gelecek zamanı buldum. Her ne kadar aslan gibiysem de bu üç teres de zebellah gibi. Tek tek olsalar neyse ama üçüyle birden baş etmem zor. Bırakıp gitsem namımız beş paralık olacak, ne yapsam ne etsen diye düşünürken aniden bir şimşek çakmış kafasında. Atılmış ortaya, dönmüş Yezidi Carcuro’ya, “ulan dinsiz kitapsız demiş hele bu Hasso benim Müslüman kardeşim, dinimiz, kitabımız, Allah’ımız Peygamberimiz bir. Malımız, mülkümüz, canımız kanımız ortak. Gebro desen İsa efendimizin ümmetinden bir dürüst Ehli Kitap, hiç olmazsa dini kitabı belli, kestiği yenilir, kadınlarıyla evlenilir, sözüne güvenilir. Bunlara değil birkaç kavun, karpuz bütün bostan helal olsun. Ulan peki sana ne oluyor be hey dört kitabın dördüne de inanmaz, camisiz, kilisesiz, imansız. Sen nasıl benim mülküme destursuz girersin” demiş, girişmiş zavallıya. Hasso ile Gebro derin bir nefes çekip şükretmişler. Azıcık da hoşlarına gitmiş ağanın sözleri. Ağa kafa, göz, ağız, burun demeden Allah ne verdiyse yapıştırmış, komaya sokmuş gariban Carcuro’yu.

Ağa Carcuro’yu halledince dönmüş Gebro’ya “ulan demiş biraz önce de söyledim. Hasso benim din kardeşim. Dinimiz, kanımız, malımız, canımız bir. Peki sen neyin nesi oluyorsun? Doğru düzgün bir adam olsan bir Allah’ı üçe çıkarmaz, İsa efendimizi Allah’ın oğlu yapmazdın. Bir Müslümanın malını nasıl yersin? Yedim seni namussuz” demiş patlatmış yumruğu. Eşşek sudan gelinceye kadar dövmüş, dil derman güç takat bırakmamış biçarede. Hasso iyice rahatlamış. “Hem canım, zalim malim de olsa, ağa ne de olsa Müslüman, insan kardeşi”nin kıymetini bilmeli, ötekilerin iflahını kesti bana bir şey yapmadı” demiş içinden. Gebro’nun da işini bitirdikten sonra sağa dönmüş Hasso’ya vay, vay, vay demiş. “Seni gidi vicdansız, hele bunlar biri Yezidi öbürü Hıristiyan. Din, iman, helal, haram bilmezler. Sen sözde Müslüman olacaksın, helali haramı bileceksin, benim malımı mülkümü muhafaza edeceksin. Kendin yetmezmişsin gibi bir de bu gâvurları takmışsın peşine. Bostanıma girersin ha! ulan ben seni gebertmeyeyim de kimi geberteyim. Seni telef etmeyeyim de kimi edeyim”; demiş çökmüş böğrüne.

Gözünde fer, ağzında diş bırakmamış, kolunu kanadını kırmış, iflahını kesmiş Hasso’nun. Carcuro’dan da Gebro’dan da beter etmiş gariban Hasso’yu. Köylüler ertesi gün per perişan bulmuşlar üç arkadaşı. Yaralarını sarıp, su ekmek vermişler. Kim yaptı? Nasıl oldu? Ne oldu? Üçünüz birden nasıl böyle dayak yediniz, diye soranlara Hasso, “Yezidi’ye arka çıkacaktık, Yezidi’ye arka çıkacaktık, Yezidi’ye arka çıkacaktık”, demiş de başka bir şey dememiş. Bugün bile Midyat’ta Tur-u Abidin köylerinde üç beş arkadaş birlikte yola çıktıklarında aksakallılar gençlere, Siz siz olun Yezidi’ye sahip olup, Yezidi’ye sahip olun, Yezidi’ye sahip, diye üç kez seslenirler.”

Evet. Hikaye her şeyi açıklıkla anlatıyor. Dünya da ve Türkiye’de Hak ve Özgürlüklerin kazanılması, geliştirilmesi, muhafazası “diğerinin” hak ve özgürlüklerini savunmak ve “başkasının” hak ve özgürlüğü için mücadele etmekten geçiyor. Bu gün gündemde Başörtüsü var, yarın anayasa da ki hak ve özgürlüklerimiz, ertesi gün başka bir konu olacak.  Gelin hep beraber tüm “Yezidilere” sahip çıkalım. Onlara sahip çıkmanın bizin hak ve özgürlüklerimizin garantisi olduğunu unutmayalım. Evrensel hak ve değerler için günlük, aktüel değil ,gelin evrensel düşünelim.

HANGİSİ DAHA ÖNCELİKLİ:

HUKUK-U İBAD MI ?

HUKUK-U ALLAH MI ?

BUNU İYİ BİLMELİYİM.

Bediüzzaman Said Nursi imandan sonra en mühim olan a’mal-i Salihayı şöyle tarif eder: “İmana ait bilgilerden sonra Müslümana en lâzım ve en mühim a’mal-i sâlihadır. Sâlih amel ise, maddî ve manevî hukuk-u ibada tecavüz etmemekle birlikte , hukukullahı da bihakkın îfa etmekten ibarettir. ”Yani İslam’da önce yaratılmışların haklarına tecavüz etmemek gelir.Kelime-i Tevdit te “la ilahe” nin, “illallah” dan önce geldiği gibi. Ya da sabah namazının sünnetinde önce şirki ,küfrü reddeden“ Kafirun” suresinin,2. rekatta imanı yerleştiren “İhlas” suresini okumanın tavsiye edilmesi gibi.

Dinimizde hukuk-u ibad dediğimiz yaratılmışların hukukunu Cenab-ı Allah kendi haklarının önünde tutmuştur. Bana “asla kul hakkıyla gelmeyin” demiştir.

Yaratılmışların haklarından en önemlisi ,kainatın halifesi olan insanların hakkı, kısaca “kul hakkı” dır. Müslümanların imtihan meydanı olan şu dünya hayatında en çok dikkat etmeleri gereken husus asla kul hakkı yememek, kul hakkına tecavüz etmemektir.

Kul hakları da çok çeşitlidir. En önemlisi anne-baba, eş, karı-koca, çocuk, amca, dayı gibi yakın akrabanın haklarıdır. İnsanların en çok dikkat etmesi gereken haklar yakın akraba hakları iken günümüzde en az dikkat edilen haklar olmuştur. Yüce Allah Kuran’ı Kerimde “İşte o gün kişi kaçar :kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden, oğullarından, O gün onlardan her kişinin kendisine yetecek derecede işi vardır, yüzler var ki o gün parıl parıl, yüzler var ki güleç ,sevinçli, yüzlerde var ki o gün tozlanmış, onları karanlıklar bürümüş, öylesine üzgün, öylesine dertli”(Abese, 80/34-41) buyurarak Mahkeme-i Kübra’da  hesabın en yakınların haklarından başlayacağına işaret etmekte ve bu hakları dikkat etmemiz hususunda bizi uyarmaktadır.

En önemlilerinden birisi de İşçi ; yani çalışan ,emek veren ,geçimini emeğiyle kazanan insanların haklarıdır. Çalıştırdığı işçisine ücretini, diğer haklarını -alnının teri soğumadan- vermek Müslüman işveren için Allah indinde NAMAZ, ORUÇ, HAC gibi şahsi ibadetlerden daha önemlidir. İslam’ın tüm toplumsal olaylara yaklaşımı da bu şekildedir Bana göre şahsi ibadetler Müslüman için bir antrenman şeklinde olup asıl imtihan hayatın içerisinde, toplum içerisinde devam etmektedir. Onun için Kuran-ı Kerim “Namaz sizi aşırılıktan ,kötülüklerden alıkoymalı” der.

Kıymetli okurlarım. Konya’da 5 vakit namaz kılan insanların sahibi olduğu bir fabrikada yaşananları size isim vermeden orada çalışan bir işçinin ağzından kısaca aktarıyorum. İşçimiz; 5 vakit namazını kılan, dürüst, yakından tanıdığım birisi. Yaşadıklarını ısrarla anlatmasını ben istedim, aynen aktarıyorum :”Ben … Fabrikasına 1995 yılında girdim. O zaman fabrikada 200 kişi çalışıyordu. Ayrıca ….ve ….. de fabrikanın iki bölümü daha vardı. İlk önce … bölümü battı.……, …… le ortaktılar. Babaları … da vefat etti. Fabrika 1960 lar da kurulmuştu. Namazını kılan insanlar. Çok açıldılar, hesaplarını bilmediler, işçilerine maaşlarını vermediler, kul hakkına dikkat etmediler, bütün sorumluluğu müdürüne ve usta başlarına yüklediler, kendileri işçileriyle hiç ilgilenmediler,12 yıldır fabrikalarında çalışan işçinin ismini bile öğrenmediler. 200 kişiden 2,3 ay maaşını alamayan ,daha iyi iş bulan 150 işçi işten çıktı.İşçi sayısı 50 kişiye kadar indi. Kalanlar sabırlı işçilerdi. Öyle ki 500 tl civarında ki maaşımızı 9,10 taksitte öderlerdi. Sonraları bu da yapılmadı. Son olarak sayımız 40 ın altına düştü.4 ay maaşımız ve sigortamız ödenmedi.”

Bu ve buna benzer olaylar sıklıkla duyuyoruz.

Kıymetli okurlarım malında ,paranın da bir imtihan vesilesi olduğuna inanmıyor muyuz ?

Paranın da malında hayırlısını istemiyor muyuz ?

Paranın da malında miktarından ziyade bereketin önemli olduğuna iman etmiyor muyuz ?

O halde Müslüman işverenlerin bu anlam ve manaları iyi düşünmeleri ve kendilerini “hesaba çekilmeden önce hesaba çekmeleri” gerekmektedir. Zaten ticari olarak “marka” üretmenin birinci yolu çalışanını memnun etmekten geçer.

Peygamberimiz “Dünya, yediğiniz içtiğiniz, giydiğiniz. Allah için yedirdiğiniz içirdiğiniz, giydirdiğinizdir. Bunun dışındakiler size ait değildir.” Der.

Bırakın işçinin hakkını Müslüman “infak” la Allah için karşılıksız vermekle emredilmiştir. Peygamberimiz “bir hurma ile bile olsa kendinizi ailenizi ateşten koruyun” demiş ve vermenin, infak etmenin her Müslümanı kuşatan bir sorumluluk olduğunu ifade etmiştir. Verebilen insan haram ve helale dikkat eder. Elindeki kazandığı malı paylaşan insan tekrar kazanmak için harama el uzatmaz. Çünkü onda artık hırs kalmamıştır. Bir vadi dolusu altını biriktirmez ki ikincisini istesin. Verir helalinden kazandıkça Allah için verir, verdikçe kazanır. Çünkü Rabbi “şükrederseniz artırırım” demiştir ve malın şükrü “vermek” tir.

Onun için Osmanlı da siftah yapan tüccar , 2. müşteriyi komşusuna gönderiyordu. Müşteriyi kardeşiyle paylaşan tüccar harama tenezzül eder mi ?  Onlar bu terbiyeyi, bu eğitimi Ahilik topluluğunun bir ferdi olarak manevi büyüklerinden almışlardı. Çünkü içinde bulundukları topluluk onları hem eğitiyor , hem kontrol ediyordu.

Ahilik kendisini İslam’a adayan fertlerin disiplinli, inanç, duygu, düşünce ve eylem birliğini bünyelerinde gerçekleştirdikleri Cemaat hareketlerinden bir tanesiydi. Temelini istibdat ve maddi güce dayalı saltanatın değil, sevgiye, inanca dayalı kardeşliğin oluşturduğu bu cemaatlerde faziletlerin tümünü içine alan “fütüvvet” ilkesinin ayrıcalıklı bir yeri vardı. Cömertlik, mertlik, cesaret, kahramanlık, tevazu, hilm,  şefkat, hoşgörü, ülfet, muhabbet, meveddet ve fedakarlık gibi tüm faziletleri bünyesinde toplayan “fütüvvet” in tarihi çok eskilere dayanmakta. Tüm İslam topraklarında bir hasbi faziletliler ordusu olarak yaşayan fütüvvet teşkilatlarının Anadolu’daki uzantısı Ahilik olmuştur. Genellikle esnaf , tüccar, zanaatkarlar arasında yaygın bir meslek kuruluşları gibi de çalışan Ahiyan-ı Rum , Anadolu’da ki Gazilerin ekonomik kolu olarak faaliyet gösteriyorlardı.

Ruhlarımızda, vicdanlarımızda, nefislerimizde vermenin , verebilmenin hazzını yaşayabilmek ve bizi eğiten ve yetiştiren faziletli bir topluluk içinde hareket etmek bizim yaratıcımıza yaklaşmamıza vesile olacak. Bu yaratıcımıza yakınlık ve aramızdaki bağın güçlenmesi helal harama daha fazla dikkat etmemizi , hakkımız olmayan, şüpheli şeylerden uzak durmamızı netice verecektir.

Kul hakkına helal ve harama dikkat etmek HAK bilinciyle mümkündür. Hak bilinci insanın işinde başarılı olmasının ,verimli olmasının olmazsa olmazıdır. Bir felsefedir, hayata bakış tarzıdır ve verimliliğin gereğidir.

“En verimli yağmur, alın teridir” demiş Cenap Şahabettin. Verimlilik, alın teri dökerek kazanma; kazandırarak kazandığı için, kazancını gönül ferahlığı ile hak etme, helal kazanma  hem yaratanı ,hem yaratılanı razı etme bilincidir.

Yorum Ekle