“Onlar sıkıntı içinde de olsalar kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler” (Haşir 9 )
“Kendin için istediğini kardeşi içinde istemedikçe müminin imanı tamam olmaz (Hadis )
“Digergam”: Başkasını kendi gibi düşünen, onun için sevinip endişelenebilen.
“Empati”: Kişinin kendisini, karşısındakinin yerine koyup, olaylara onun bakış açısından bakması ve hissetmesi çabası
“Karşınızdakini anlamak isterseniz onun ayakkabılarının giyin ve ay, üç defa üzerinizden doğup batsın” (Kızılderili Atasözü)
Evet dostlar. Tüm dinler, kültürler, felsefe ekolleri bu konuda aynı şeyi söyler. “Öteki” leşmek ya da “ öteki” leştirmek istemiyorsak ,insanlara hakiki anlamda layık oldukları değeri ve hizmeti sunmak arzuluyorsak, tüm dünya insanlarının Adem babalarının ve Havva annelerinin çocukları olarak kardeşçe yaşamalarını talep ediyorsak kendimizden başlayarak uygulayacağımız en önemli kural yukarıda farklı biçimleriyle ortaya koyduğum hakikati yaşamak ve yaşatmaktır.
Peygamber bu hakikati hayatının temel prensibi yaptı. Onlarca savaşı kazanıp Devletini kurup başına geçtiğinde ki Muhammed ile İslam’ın ilk tebliğ yıllarında ki Muhammed arasında hiçbir fark olmadı. Bu haslete İslam Alimleri “mebde ile müntehayı birleştirmek “ dediler. Aynı mütevazılık, aynı şefkat, aynı ilgi , aynı merhamet. Devlet Başkanı iken huzuruna alınan bir insanın huzurunda heyecandan titremesi üzerine “Rahat ol. Ben de senin gibi “kurutulmuş et” yemiş bir kadının oğluyum” dedi ve onu rahatlattı. ”Kurutulmuş et” yemek bir garibanlık işaretiydi. Ve o garibanlığıyla hep iftihar etti. “İslam garip başladı, garip devam edecek. Ne mutlu o gariplere “ diyerek iftihar ettiği garibanlığın önemine vurgu yaptı.
Halifeleri ve sahabelerinin çoğunluğu da aynı yolu takip etti. Hz. Ömer geceleri şehrin varoşlarında dolaşırdı. Yavrularına taş kaynatan kadını böyle buldu ve devlet başkanı Ömer sırtında ona un getirdi.
Tarih boyunca bir çok Müslüman devlet başkanı ve idareciler “tebdili kıyafet “ uygulamasını bu hassasiyetten dolayı çok sık uyguladılar. Halkın arasında halk gibi yaşamak ne demekti. Halka devlet nasıl davranıyordu. Halk devletini ve idarecilerini nasıl değerlendiriyor, onlardan neler bekliyordu. Bunu öğrenmenin en güzel yolu “tebdili kıyafetti”
Rahmetli Valimiz Recep Yazıcıoğlu da “tebdili kıyafet “ uygulamasını yapardı. Onun gönüllerde taht kurmasının ,hayatını anlatan diziler yapılmasının en önemli sebeplerinden birisi bu “tebdili kıyafet “ uygulaması ile halkını anlaması idi. O görev yaptığı il deki her mekana –köy, kasaba, berber, kasap, hastane v.b- her an gelebileceğini halkına inandırmıştı. Bu sebeple devlet görevlilere her an Vali gelebilir hassasiyeti ile görev yaptılar onun ilinde .
Biz de ilimizde bir çorbacı da, kuru fasülyeci de, simitci de , dürümcü de , çay ocağında, taksi durağında, belediye otobüsünde, tramvayda, hastanede postahane de, pastanede, garda otogarda, Kozağaçta, hobi bahçelerinde, kaldırımda, sabah erken saatte, gece geç vakitte yürürken veya bisiklete binerken , idareci, siyasi, ticari büyüklerimizle ,meşhurlarımızla karşılaşmak ve “halleşmek” istiyoruz.
Adil ve kaliteli bir yönetim halkı anlayarak , dinleyerek yapılabilir. Bunun yolu da halkın ayakkabılarını giyerek kaldırımlarda yürümekten geçer