‘’Akıl’’ sız olur mu?

Beşeriyetin tarihsel akışı, her zaman doğru yönde bir çizgi izlememiştir.

İniş- çıkışlar, yükselişler, çöküşler olmasına rağmen,  insan hafızasının yaşanan tecrübeleri ve çıkarılan dersleri de kaydetmesi sebebiyle, gittikçe gelişen bir birikim ve anlaşılabilir bir gelişme şekilde varlığını sürdürmüştür.

Tarihin akışında oluşan bilgi ve tecrübe birikiminde temel belirleyicinin güvenilir bilgi, bilim, özgürlük ve yaratıcılık olduğunu söylemek mümkündür.

“Ümran/Uygarlık/Medeniyet”, insanın tarih boyunca yapıp ettiklerini, meydana getirdiklerinin arka planındaki zihniyeti, insanı insan yapan değerleri, san’atı, teknolojiyi ve beraberinde gelen “güç” artışını kapsayabilen bir kavramdır. “Civilisation” veya “ümran/medeniyet / uygarlık” kavramı, kültürde ve bellekte yer etmiş ve bilebildiğimiz kadarıyla tanımı bakımından olmasa da, gerekliliği ve geçmişi anlama konusundaki işlevi üzerinde bir tür uzlaşı sağlanmış gibidir. Lügatlarımızdan bu kavram çıktığı zaman, insanla ilgili pek çok şeyi anlamak da, anlatabilmek de pek mümkün olmayacaktır.

“Kültür”, “medeniyet” gibi kavramları anlamaya çalışırken, onların, tıpkı bir ağacın kökleri ve dalları gibi geçmişe ve geleceğe doğru çift yönlü, dinamik bir yapı olarak inşa edildiğini ve anlaşıldığını belirtmekte fayda vardır.

İnsanın kendini tanımasından söz açılınca akla gelen ifadelerden birisi kökleri Hermes’e kadar uzanan “men arafe nefsehu fekad arefe Rabbehu” (kendini /nefsini bilen rabbini bilir) ifadesidir.

İşin gerçeği en genel anlamda “anlama” faaliyeti de, insanın kendini tanıması ile birlikte başlamaktadır.

“Anlama”nın kendini tanıma ile irtibatına değinen İmam Mâturîdî, şöyle demektedir:

“Evet, o, duyularıyla algılayabildiği alanda yaratıklar içinde en tedbirli ve becerikli olduğunu, karşılaştığı gerçekleri en yüksek derecede idrak edebildiğini, bilinip ifade edilen (zihni ve harici) hususlara en süratli bir şekilde vakıf olabildiğini anlar. Kendini tanıyan, anlayan insan, her şeyin yaratıcısı olan Yüce Allah’ın var ve bir olduğu gerçeğini kolayca anlayabilir. Taklit, hem insanın kendi varlığının farkında olmasını güçleştirmekte, hem de kendisi olmasını, kendini inşa etmesini engellemektedir. Kur’an’ın “ataların dini” adı altında eleştirdiği de, insanın hazır bulduklarını, atalarından gördüklerini körü körüne kabul etmesinden, onların doğruluğuna sorgulamaksızın inanmasından başka bir şey değildir. Din alanında doğru bilginin öne çıkabilmesi ve eleştirel düşüncenin gelişebilmesi, öncelikle insanın kendi varlığının farkında olmasına bağlıdır.’’

Akıl; Allah’ın insana verdiği en büyük nimettir.

İçinde yaşadığımız koşullarda, birbirimize, tıpkı Kant gibi, “Kendi aklını kendin kullanma cesareti göster” diye haykırmamıza ihtiyaç vardır.

Akıl, Allah’ın insana vermiş olduğu en büyük nimet, Mâturîdî’nin ifadesiyle “en aziz” şeydir.

Böyle bir nimetin verilmiş olmasının bir sebebi, hikmeti ve buna bağlı olarak da sorumluluğu olmalıdır. Mâturîdî aklın tefekkür, tedebbür, taakkul için yaratıldığına şöyle dikkat çeker: ‘‘Akıllar yemek ve içmek için düzenlenip yaratılmış değildir. Çünkü yeme içme konusunda akılsız canlılar akıllı olanlardan çok daha güçlüdür; bir de yemekten içmekten el çekmiş zümrenin –ki onlar meleklerdir gönüllerdeki yüksek mevki düşünülmelidir. Demek ki akıllar ibret almak ve tefekkür etmek için yaratılmıştır, zira burada övgü ve değer vesileleri vardır. Gerçek bu olunca ibret yönteminin isabetli olması ve tefekküre hakkının verilebilmesi için zararlı ve faydalı cevherlerin yaratılması hikmet açısından gerekli hale gelmiştir.’’

Gazali, akıl içeriden gelen vahiy, vahiy ise dışarıdan gelen akıl ifadesini kullanarak aklın önemini vurgulamıştır.

Peki Allah’ın bize verdiği en aziz nimet olan aklı kullanmazsak ne olur.

İnsanda aklı kullanma ne kadar aşağı düşerse, ideolojik manipülasyona, hatta en kaba yalanların yayılmasına o kadar elverişli duruma gelir. Aydınlanmanın ilerlemesiyle nesnel akıl düşüncesi, dogmatizm ve boş inançlar dağılıp gider. (Max Horkheimer)

Sahip olma değil ‘olma’yı önceleyerek insanî varlığımızı ayağa kaldırabilmek için aktif düşünmeyi düşünmek gerekmektedir.(Erich From)

“İnsan şunu da bilir ki kendisine düşünmemeyi telkin eden his şeytanî vesveseden başka bir şey değildir; çünkü böyle bir davranış ancak şeytanın işi olabilir, amacı da kişiyi aklının ürününü toplamaktan alıkoymak, fırsatları değerlendirmesine ve arzusuna ulaşmasına vesile olan bu ilahî emaneti kullanmak konusunda onu korkutmaktır. (İmam Mâturîdî)

İnsan kendi varlığının farkında olduğu kadar insan olabilir. Aklının, bilgisinin ve düşünmenin bir sorumluluk olduğunun farkında olduğu kadar yaratıcı yetilerini etkin kullanabilir. Kendini bildiği kadar Tanrı’yı bilebilir. O zaman, bildiklerimizin ne kadar doğru bilgi olduğu hususu da, özel bir anlam kazanmış olur.

O halde doğduğumuz gibi insan kalmak, can olmak istiyorsak aklı aktif kullanmak zorundayız.

El-Mühim: Akılsız olmaz.

Yorum Ekle