Temiz ve temizleyen TOPRAK, İnsanın yaratıcısına en yakın olduğu yer.

İnsanın yaratıcısına en yakın olduğu an ,toprakla bütünleştiği toprağa kapandığı secde anıdır. Ve toprak su hava ve ışığa göre daha koyu, kesif, yoğun olmasına rağmen her açıdan diğer unsurlardan daha ileridir. Topraktan yaratılan insanında tüm yaratılmışlar üzerinde bir makama sahip olması buna işaret eder.

1950’li yılların başında Amerikalı ilim adamı Waksmann, hastanedeki yorucu çalışmalarından biraz olsun uzaklaşabilmek için şehrin dışında bir gezinti yapmaya çıkmıştı. Kuş sesleriyle cıvıldaşan köy yolu, büyük ağaçlarla dolu olan bir mezarlığın yanından geçiyordu. Waksmann, mezarlar arasında gezinen 75-80 yaşlarındaki mezarcıyı  görünce kafasında bazı soruların belirdiğini hissetti ve yaşlı adamla konuşunca, onun 60 yıldır aynı işi yaptığını ve bu süre içinde bir kere bile hastalanmadığını hayretle öğrendi.

Peki, ama bunca mikroplu hastalıktan ölen ve cesetleri toprağa gömülen insanlar, neden bir mikrop yuvası haline gelip bütün insanlığın ve tabii ki ilk önce mezarcının başına bela olmuyordu?

Değerli araştırmacı olan Waksmann bu sorunun peşine düştü ve gördü ki, toprağa giren her ceset, daha 20 saate varmadan bütün hastalık mikroplarından temizleniyordu. Ve toprakta, bu işle vazifelendirilmiş yüzlerce tür bakteri yaratılmıştı.

Waksmann’ın cesetlerde bulunması mümkün olan bir sürü hastalıktan sadece veremin hangi bakteriler tarafından temizlendiğini araştırdı ve bunların, stroptomyces adı verilen bakteriler olduğunu keşfetti.

Toprağın bu müthiş sırrı, insanoğlunu (diğer hastalıklardan olduğu gibi) verem belasından da kurtarıyor ve çalışmalarından dolayı Waksmann’a Nobel mükâfatı kazandırıyordu.

Bu araştırmadan sonra ilim adamlarından gözleri, ayaklarımız altındaki dünyaya çevrilmiş ve bu dünyanın göz kamaştırıcı özellikleri, birer birer ortaya çıkmaya başlamıştır.

Modern araştırmaların bugün varmış oldukları son nokta, toprağın her zerresinden yüce yaratıcının ‘hayat verici’ manasındaki isminin tecelli ettiği şeklindedir. Bu buluşun, henüz çok yeni olduğunu ifade ederek, 14 asır öncesinden beri yankılanan bir sese kulak verelim.

‘Ölü toprağı canlandırmamız, onlar için bir delildir. Onu dirilttik ve ondan yenen taneler çıkarttık.’(Yasin Suresi, 36/33)  

Ayetteki ölü toprak tabakası, ‘ölü arz’ olarak geçmektedir. Yani umumiyetle, arzın (yerkabuğunun) bütün toprağı kastedilmiştir. Ayette geçen ‘Bu bir ayettir’ tabirinin manalarından biri de, ‘İlahi bir ibret’ demektir.

Ayette geçen ‘O’nu dirilttik’ ifadesi, yerkabuğunun ilk ve tabii halinin ölü olduğunu, jeolojik bir gerçek olarak dile getirmektedir. Ayette, dış yüzüyle ölü sanılan toprağın, gerçekte canlı olduğunun bildirilmesi, başlı başına bir mucizedir. Çünkü toprağın en %80’i canlı organizmalar topluluğundan ibarettir. Dikkat edilecek olursa, ayette ‘toprağın içinde canlılar vardır’ mealinde bir ifade geçmemekte, aksine ‘ O’nu dirilttik’ denerek. Toprağın bütünüyle canlı olduğuna dikkat çekilmektedir.

Evet, bu ayet gerçekten mucizedir. Çünkü toprakta bazı canlıların yaşadığı 100 yıldır bilinmesine rağmen, onun tamamıyla canlı olduğu ancak 40 yıl önce keşfedilmiştir. Toprak ayette belirtildiği gibi o kadar canlıdır ki, onun kesme şeker büyüklüğündeki her parçasında (1 cm3) en az 1 milyar faydalı canlı yaşar. Avucumuzu dolduran bir avuç toprak yüz milyar civarındaki canlının cansız gibi görünen muhteşem dünyasıdır.

Ayet hayatın toprak kanalıyla bitkilere ve oradan da hayatımıza yansıdığını beyan eder ki, bu da biyokimya açısından fevkalade önemlidir. Evet yukarıda görüldüğü gibi toprak, kirli bir toz yığınından ibaret değildir. Ve onu canlı haline getiren mikroorganizmaların da, bazı inkarcıların dediği ilkel canlılar ifadesiyle uzaktan yakından alakası yoktur. Neticede onlara ilkel canlılar diyen inkarcıların, ne kadar ilkel olduğunu göreceksiniz.

Topraktaki en önemli vazifeyi azot bakterileri yapar, bu bakteriler azot moleküllerini artı ve eksi değerler arasında işlemek kabiliyetine sahiptir. Yani azot bakterileri kimyevi tabiri ile mükemmel sentez laboratuarlarıdır. Havadan azotu alarak ondan eksi değerli bileşikler hazırlayan bu bakteriler azotu hala çözemediğimiz bir metodla indirger ve hidrojenle birleşebilecek bir niteliğe getirir. Bu yüzden yağmur suyuna ihtiyaç duyulur. Ölü gibi duran toprağın yağmurla birlikte canlanmasının sebebi budur.  

Toprakta ikinci tür bir bakteri grubu da, aldığı ilahi program gereği olarak analiz grubu şeklinde vazife görür. Bu bakteriler toprağa düşen her şeyi parçalara ayırarak sentezci mikropları hazırlar. Her biri birer usta kimyager gibi çalışan bu bakterilerin parçalama işlemine onlara ilkel diyen inkarcıların öldükten sonra toprağa gömülen cesetleri de dahildir.

Radyobiyoloji konusunda uzman ilim adamlarını dahi büyük bir hayrette bırakan yukarıdaki işlemlerin bugün en gelişmiş laboratuarlarda dahi yapılması mümkün değildir. Ve toprak bu mükemmel özelliğiyle adeta uçsuz bucaksız bir kimya şehrine benzer.

Bakterilerin marifetleri bunlardan ibaret sanılmamalıdır. Bu bakterilere azot 15 adı verilen ve radyoaktif elementlerden kurulu olan bir aminoasit besin olarak verildiğinde bakterilerin radyoaktif maddeyi 2 kuşak sonra bünyelerinden attığı hayretle müşahede edilmiştir.

Bilindiği gibi bitkilerin protein ihtiyaçları da bakteriler tarafından hazırlanır. Böylece yerkabuğu üzerinde hayatın temel halkası bu noktadan başlar. Ayrıca bakteriler bileşikleri metallere kadar işleyerek bitkilerin ihtiyacı olan elementleri hazırlar.

Böylece yerkabuğu üzerinde hayatın temel halkası bu bunlardan çok daha ihtişamlı bir hadise de bakterilerin bitkilere hormon yapmasıdır. Çünkü bitkiler şiddetle ihtiyaç duydukları hormonları kendileri karşılayamaz. İşin daha hayret verici yanı, bakterilerin bu faaliyet aracılığıyla bitkilerin kontrol altında tutmalarıdır.

Bir bölgeye 20 yıl boyunca yağmur düşmediğini düşünün. O bölgede hayat izleri kaybolacaktır. Acaba bu bir son mudur? Kur’an’da ‘O ölü toprağa can vermemiz ve ölü bir şehir gibi diriltmemiz, mucizedir’ buyruluyor. Kuraklık sebebiyle biyolojik yönden ölmüş olan bir toprağa yağmur yağınca yukarıda belirttiğimiz hayat ışıkları yanıvermektedir. Tıpkı elektriği kesilen bir şehrin yeniden elektriğe kavuşturması ve canlanması gibi.

Topraktaki su kaybolunca, bütün iyon enerjileri tükenmekte ve hayat durmaktadır. Ne var ki, ilahi mucize topraktaki bakterilerin genetik şifrelerini dondurmakta ve böylelikle şifreleri bozulmayan bakteriler, mezarlarında mahşeri, yani yeniden dirilişi bekleyen cesetler gibi beklemektedir.

Evet o durumdaki bakteriler ilahi kudretin yağmurla birlikte gelecek olan dirilin emrini niyaz etmektedir. Neticede yağmur gelir ve Kur’an’ın ‘Biz her canlıyı sudan çıkarttık’ mealindeki sırrı tecelli eder. Yağmurla birlikte topraktan yükselen güzel kokuyla, adeta onun şükrettiği hissedilir. Semada elektrikle güçlenen su iyonları bin bir bakteri tohumunun imdadına yetişir ve genetik şifrelerin dondurulmuş olan kapıları hidrojen iyonunun kılıncıyla birer birer açılır.

Milyarlarca bakteri bir ibadet vecdi içinde tekrar sahneye çıkar ve ilahi kompüterin kendilerine vermiş olduğu emirleri, kusursuz olarak yerine getirirler. Cenab-ı Hak, Kur’an’da bu esrarlı hadiseyi açıklarken haşrin de buna benzediğini ifade etmektedir.

Şu halde canlılık olayında yüce kitabımızda birkaç yönlü mesaj verilmektedir. Buna göre topraktaki canlılığın temel unsuru, ondaki konserve canlılar: DNA’lar ile bakterilerin muhteşem faaliyetlerinden kaynaklanır. Toprak umumiyetle oksijen, azot ve karbondioksit akımını tanzim ederek, sinesinde mikroorganizmalardan başka böcek ve kurt gibi milyarlarca canlıya da hayat imkânı sağlamaktadır.

Toprak içinde bulunan sonsuz sayıdaki canlının ibadet vecdi içinde niyaz ettiği muhteşem bir mabedidir. O sanki sonsuz bir ahlakın filozofudur. Her türlü ezaya, cefaya, soğuğa, sıcağa ve susuzluğa karşı müthiş bir tevekkülle katlanır.

Ve toprak bazı şeyleri öğretir insana. Onun üzerine en kirli şeyleri dahi dökseniz, o size gergefinin olağanüstü sanatından bir gül veya bir karanfil hediye edecektir.

Nihayet o sinesine en nazlı canları alır, yüceleri sarar boylu boyunca. Ve ruhları yıldızlarda gezerken onların mübarek vücutlarını kıyamete kadar bağrında saklar. Hasretle ve yeni bir doğuşa kadar.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan büyük bir ölçüde tekrar ettiği ihya-yı arz ve toprak unsuruna nazar-ı dikkati celp ettiğinden kalbime şöyle bir feyiz damlamıştır ki: Arz, âlemin kalbi olduğu gibi, toprak unsuru da arzın kalbidir. Ve tevâzu, mahviyet gibi maksuda îsal eden yolların en yakını da topraktır. Belki toprak, en yüksek semavattan Hâlık-ı Semavat’a daha yakın bir yoldur. Zira kâinatta tecelli-i rubûbiyet ve faaliyet-i kudrete ve makarr-ı hilafete ve Hayy, Kayyûm isimlerinin cilvelerine en uygun topraktır. Nasılki arş-ı rahmet su üzerindedir. Arş-ı hayat ve ihya da toprak üstündedir. Toprak, tecelliyat ve cilvelere en yüksek bir âyinedir. Evet kesif bir şeyin âyinesi ne kadar lâtif olursa, o nisbette suretini vâzıh gösterir. Ve nuranî ve latif bir şeyin de âyinesi ne kadar kesif olursa, o nisbette esmanın cilvelerini  cilâlı gösterir. Meselâ hava âyinesinde yalnız şemsin zaîf bir ziyası görünür. Su âyinesinde şems, ziyasıyla görünürse de elvan-ı seb’ası görünmüyor. Fakat toprak âyinesi, çiçeklerinin renkleriyle şemsin ziyasındaki yedi rengi de gösterir. اَقْرَبُ  مَا يَكُونُ ا الْعَبْدُ  مِنْ رَبِّهِ وَ هُوَ سَاجِدٌ  (insanın rabbine en yakın olduğu an secde anıdır) olan hadîs-i şerif, bu sırra işareten şehadet eder.

Öyle ise arkadaş, topraktan ve toprağa inkılâb etmekten, kabirden ve kabre girip yatmaktan tevahhuş etme  (korkma) ! “ ( Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi Nuriye)

Ey Ümmetim ! “Kirlenmek güzeldir” çılgınlığının dünyada dalga dalga yayılmaya çalışıldığı bir zamanda yaşıyoruz. Oysa Yüce Mevla temizleri ve temizlenenleri sever.

Rabbim temiz ve temizleyici olan topraktan yarattığı saflıkta ve temizlikte tekrar kendisine dönebilen kullarından eylesin. Amin…

Yorum Ekle