Olan biten şeyler kaderimizin bir zorlaması mı, ne kadarından sorumluyuz?

İnsan Yüce Allah tarafından kainatın içerisinden süzülerek seçilmiş ve ‘’halife’’ makamına çıkma kabiliyeti kendisine lütfedilmiştir.

Allah Teala insanı yaratırken meleklerine karşı ‘’halife’’ sıfatını zikrederek insanla övünmüştür.

İnsan, takva programı üzerinden gittiğinde kainatın zirvesinde eşref-i mahlukat ve ahsen-i takvim gibi en yüce makamlara ulaşır.

Takva programı yerine fücur programını tercih ederse de esfel-i safilin yani aşağıların en aşağısı çukuruna yuvarlanır.

Yüce Allah’ın ilmin nihayetsizliğinin bir neticesi olan kader bizi zorlayan bir etkiye sahip değildir.

Kur’an-ı Kerim’de insanın bütün hikayesi yüzlerce yerde açıkça anlatılır.

Bu imtihan tasvirlerinden en açık olanlardan birisi Şems suresidir.

Kainatın yaratılışın başlangıcından halife insanın yaratılış ve dünyaya gönderiliş hikmetine kadar bütün konular Şems suresinde vardır.

Açık bir zihin, dikkatli bir göz insana, kadere, dünya ve ahirete dair bütün sorularını Şems suresinde bulabilir.

Haydi başlayalım.

‘’Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına,

Güneşi takip ettiğinde aya,

O’nu açığa çıkarttığında gündüze,

O’nu örttüğünde geceye,

Gökyüzüne ve onu bina edene,

Arz’a ve onu yapıp döşeyene,

Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik(TAKVA) ve kötülüklerini(FÜCUR) ilham edene yemin ederim ki,

Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş,

O’nu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.

Semûd kavmi azgınlığı yüzünden (Allah’ın elçisini) yalanladı.

Onların en bedbahtı (deveyi kesmek için) atıldığında,

Allah’ın Resûlü onlara: «Allah’ın devesine ve onun su hakkına dokunmayın!» dedi.

Ama onlar, onu yalanladılar ve deveyi kestiler.

Bunun üzerine Rableri günahları sebebiyle onlara büyük bir felâket gönderdi de hepsini helâk etti.

(Allah, bu şekilde azap etmenin) âkıbetinden korkacak değil ya!’’ Şemş, 91/1-15

Yüce Allah insana TAKVA ve FÜCUR isminde 2 farklı program yüklediğini tercihin ve tercihin neticesi olan sonuçların TAMAMEN insanın kendisine ait olduğunu açıkça ifade ediyor.

Bir de Tekvir suresinin dürbünü ile bakalım konuya:

‘’ O (Kur’an) kovulmuş şeytanın sözü değildir.(Kesin Allah’ın sözüdür),

O halde, (Kur’an’ı bırakıp da) nereye gidiyorsunuz?,

O (Kur’an), bütün âlemler için ve içinizden dosdoğru olmayı dileyenler için ancak bir öğüt ve uyarıdır.

Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler (bir şey) dileyemezsiniz.’’ Tekvir, 81/25-29

Allah Teala Tekvir suresinde de Kur’an-ı Kerim’i dosdoğru olmayı dileyenler için bir rehber olarak gönderdiğini ve doğruluğu dileyenleri kendi kudret ve ilmiyle destekleyeceğini açıkça ifade etmektedir.

Allah’ın bizi imtihan için yaratıp gönderdiği kainata koyduğu tabiat kanunlarına ‘’sünnetullah’’ diyoruz.

Sünnetullah’ın ise asla değişmeyeceği hükmünü Kur’an-ı Kerim’de onlarca yerde görüyoruz.

‘’Daha önceden beri devam eden, Allah’ın sünneti(kainata koyduğu kanunları)  budur. Ve Allah’ın sünnetinde(kainata koyduğu kanunlarında)  bir değişiklik bulamazsın.’’ Fetih, 48/23

‘’Bu, Allah’ın daha önce gelip geçenler hakkında koyduğu kanundur; Allah’ın kanununda asla bir değişme bulamayacaksın.’’ Ahzap, 33/62

‘’Çünkü yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötülük tuzakları kuruyorlardı. Halbuki kötülük tuzakları, kuranların ayağına dolaşır. Yoksa onlar öncekilere uygulanan yasalardan başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın yasalarında asla bir değişme bulamazsın; Allah’ın yasalarında asla bir sapma da bulamazsın.’’ Fatır, 35/43

O halde insan başına gelenlerde birebir kendisi sorumludur.

Yaptığı işlerde sonuç istediği gibi çıkmıyorsa tabiat kanunlarına ve Kur’an-ı Kerim’e bir kez daha baksın, işin uzmanlarıyla istişare etsin hata kesinlikle kendisindedir.

Bu konuda en güzel örnek Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v.)in Taif dönüşü yaptığı duadır.

Taif’te 11 gün halkı İslam’a davet eden Allah elçisi taşlanarak ve hakaret edilerek Taif’ten kovulduğunda yaptığı duayla bize sorumluluk bilincini en güzel örneğini vermiştir.

Kendisini taşlayan, hakaret eden, kovan Taif’lileri suçlamak yerine özeleştiri yapmış ve bizlere kıyamete kadar arkasından gideceğimiz bir ışık yakmıştır.

“Allah’ım güçsüzlüğümü ve çaresizliğimi, insanlar nazarında düştüğüm hor ve hakir durumumu sana arz ve şikayet ediyorum.

Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen zor ve sıkıntılı durumlarda olanların, zulüm altında zayıf düşürülmüş olanların Rabbi’sin. Benim de rabbim ancak Sen’sin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun? Sen beni zalim bir düşmanın eline düşürmeyecek, onları bana hüküm geçirtecek bir konuma getirmeyeceksin.

Ey Rabbim! Benim üzerime çöken bu musibet ve eziyetler, eğer senin bana karşı bir kızgınlığından ve öfkenden dolayı değilse; çektiğim bu sıkıntıya hiç aldırış etmem ve hepsine tahammül ederim. Yine de senden bana gelecek bir sığınmaya çok ihtiyacım var. Hem bu dünyada hem de ahirette, senin o karanlıkları aydınlığa çevirerek nuruna sığınıyorum.

Ey Rabbim! Sen hoşnut oluncaya kadar senden af diler, tevbe ve istiğfarda bulunurum. Biliyorum ki; güç ve kuvvet ancak sendedir.” İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye,Beyrut/Lübnan,2009, s. 301

Başta nefsim olmak üzere dünyada olan zerre ağırlığında olan her iyilikte pozitif hissemizin ve zerre ağırlığında olan kötülüğün olmasında negatif hissemizin olduğu sorumluluk bilinciyle hareket etmek zorundayız.

Sağımıza ve solumuza bakmadan tek başımıza kalsak dahi; Hayatımızın her salisesini iyiliği çoğaltmaya ve kötülüğü azaltmaya sarf etme niyet, gayret ve çabası inşallah Rabbimizin huzurunda berat senedimiz olacaktır.

Yorum Ekle