Bağdat’tan halifenin emri ile fetvâ için bir elçi Semerkand’a İmam Mâturîdî için geldi.
Sordu, araştırdı, İmamın bağında olduğunu öğrendi.
Tarifler üzerine bağına gitti.
Bağında eski bir elbise içinde çalışan İmam Mâtürîdî’ye sordu:
-Mevlânâ (Efendimiz) nerede?
-Mevlâmız Allah’tır
-Hâce (Hoca Efendi) nerede?
-Hâce (Efendi) Mustafa (a.s)’dır
-Ebû Mansûr nerede?
-Bu yaşlı fakirdir.[1]
Bu diyalog bize İslam adına konuşan herkesin meşruiyetini Allah veya Resulüne dayandırmasının zaruretini ortaya koyuyor.
İslam adına konuşan kurduğu cümleye Kur’an ve Sahih sünnetten delil getirmiyorsa, o cümle sadece kendi nefisinin üfürmesidir. Doğru da olabilir ama meşruiyeti yoktur.[2]
İmam Maturidi Kur’an-ı Kerim ve Sahih Sünnet’le bize emanet edilen ‘’kök hücre’’ hükmündeki bilgilerin yardımıyla aklı etkin kullanarak hakikati bulmamız gerektiğini ifade etmiştir.
Aklın terk edilmesini insana güzel gösteren şey, mutlaka şeytandan gelen bir vesvesedir (hâtır). İnsan bundan etkilenirse, aklın ürününü (semeretü’l-akl) asla devşiremez ve aslında nihaî arzusuna ulaşmasına vesile olacak ilâhî emaneti kullanmaktan da korkar.[3]
Gayret ve duamızla kalbimize gelen havâtır(bilgi) 4 kısımdır:
1.Nefisten gelene “heces”,
2.Şeytandan gelene “vesvese”,
3.Melekten gelene “ilham”,
4.Cenab-ı Allah’tan gelene “vâridât-ı Rabbânî” denir.
Alaaddin es-Semarkandi
Bunları ayırt etmek için ‘vahye ve akla’ ihtiyaç duyarız.
İnsana aklı verenin de vahyi gönderenin de hikmet niteliğine sahip bir Tanrı olduğuna; her ikisi de insan için hidayeti gösteren bir delil kılındığına göre, aklı ve vahyi bir kuşun kanadı gibi birlikte hareket etmeleri durumunda hidayete ulaşılabilebilir.
Râgıb el-İsfahânî, “Allah’ın yaratılmışları için iki tür elçisi vardır. Onlardan birincisi içeridendir (bâtın) ki o akıldır, diğeri ise dışarıdandır (zâhir) ki o da peygamberdir”[4] ifadeleriyle; özellikle “din dışarıdan akıl; akıl, içeriden din“[5] sözüyle bir anlamda Mâturîdî’nin bakış açısını yansıtmaktadır. Böyle bir bakış açısına göre doğruya ulaşabilmek için akıl ve vahyin birlikteliğine kaçınılmaz bir şekilde ihtiyaç bulunmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de 86 yerde Rabbimiz aklı aktif kullanmamızı emreder.
1000’den fazla yerde akla atıfta bulunur.
Akıl geçmiş, an ve geleceğe bakarak ortaya yeni bir durum ortaya koyar.
Bu insanı halife yapan en önemli özelliğidir.
Rabbim kendi esmasının cilveleri için insanı bir ayna olarak yaratmıştır.
Bu aynanın ışığı akıldır.
İnsanda akıl aktif kullanılmazsa vahiyden gelen ışığı alamaz ve yansıtamaz.
Kendisi karanlıkta kaldığı gibi, ‘’kara delik’’ gibi dışarıdan gelen ışığı da yutar ve etrafını da zulmete boğar.
Aklın çalışma alanları şunlardır:
Tezekkür: Geçmişi çok iyi bilme ve daima hatırda tutma
Tefekkür: Hepsini beraber/birlikte ele alıp işini özünü keşfetme
Tedebbür: Geleceğe yönelik uzun vadeli tedbirler alma
Taakkul: Geçmişi geleceği birlikte görebilme, birbirine bağlama ve yeni sonuçlar ortaya koyma.
13. asırdan itibaren aklı tatil edip taklit bataklığında boğuluyoruz.
Doğu ve batının ortasından seslen Aliya İzzetbegoviç der ki;
‘’İslam en iyisi ama biz en iyisi değiliz.
Bunlar iki farklı şey ve her zaman onları karıştırıyoruz.
Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz.
Kuran bize bunu emretmiyor mu;
“Hayırlı işlerde yarışınız.”
Haydi!
Aklımızı fen ilimleriyle ışıklandırıp, kalbimizi vahiyle nurlandırıp batıyla rekabet edip hızla onları geçerek dünyanın çok ihtiyaç duyduğu yarım kalan ümran hikayemizi yazmaya devam edelim.
[1] Cemâl el-Karşî, el-Mülhakât bi’s-Surâh (İstoriya Kazahstana v Persidskih İstoçnikah, c. 1 içinde),Almatı 2005, s. CXXXI
[2] Bkz. https://www.cemilpasli.com/?option=com_content&catid=7&id=852&view=article&Itemid=6&font-size=smaller
[3] Ebu Mansur Maturidi, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 208
[4] Râgıb el-İsfahânî, Kitâbü’z-zerî’a ilâ mekârimi’ş-şen’â fnşr. Ebû Yezîd el-Acemî), 26 Kahire: Dârü’s-Sahve 1405/1985, s. 207.
[5] “eş-Şer’u aklun min hâric, ve’l-‘aklu şer’un min dâhil.” bk. Râgıb el-Isfahânî, Tafsîlü’n-neş’eteyn, s. 141.