Hayat kitabımız Kuran’da imanla birlikte vurgulanan ‘salih amel’ üzerinde düşünmemiz gereken bir konu. Çünkü Salih amel çok geniş bir manayı içeriyor aslında.
Bediüzzaman Said Nursi imandan sonra en mühim olan Salih ameli şöyle tarif eder: “İmana ait bilgilerden sonra Müslümana en lâzım ve en mühim a’mal-i sâlihadır. Sâlih amel ise, maddî ve manevî hukuk-u ibada tecavüz etmemekle birlikte , hukukullahı da bihakkın îfa etmekten ibarettir. ”Yani İslam’da önce yaratılmışların haklarına tecavüz etmemek gelir. Kelime-i Tevditte “la ilahe” nin, “illallah” dan önce geldiği gibi. Ya da sabah namazının sünnetinde önce şirki ,küfrü reddeden “Kafirun” suresinin,2. rekatta imanı yerleştiren “İhlas” suresini okumanın tavsiye edilmesi gibi.
Dinimizde hukuk-u ibad dediğimiz yaratılmışların hukukunu Cenab-ı Allah kendi haklarının önünde tutmuştur. Bana “asla kul hakkıyla gelmeyin” demiştir.
Yaratılmışların haklarından en önemlisi ,kainatın halifesi olan insanların hakkı, kısaca “kul hakkı” dır. Müslümanların imtihan meydanı olan şu dünya hayatında en çok dikkat etmeleri gereken husus asla kul hakkı yememek, kul hakkına tecavüz etmemektir.
Kul hakları da çok çeşitlidir. En önemlilerinden birisi de İşçi ; yani çalışan ,emek veren ,geçimini emeğiyle kazanan insanların haklarıdır. Çalıştırdığı işçisine ücretini, diğer haklarını -alnının teri soğumadan- vermek Müslüman işveren için Allah indinde NAMAZ,ORUÇ,HAC gibi şahsi ibadetlerden daha önemlidir. İslam’ın tüm toplumsal olaylara yaklaşımı da bu şekildedir. Bana göre şahsi ibadetler Müslüman için bir antrenman şeklinde olup asıl imtihan hayatın içerisinde, toplum içerisinde devam etmektedir. Onun için Kuran-ı Kerim “Namaz sizi aşırılıktan ,kötülüklerden alıkoymalı” der.
Sosyal hayata göz attığımızda öyle farklı kul hakkı ihlalleri var ki , bir çoğu toplum tarafından kanıksanmış durumda.
Misal: Rapor vermek. Bu gün hiçbir sağlık şikayeti olmayan bir devlet memuru adamını bulup 10+45+45=100 gün rapor alabiliyor. Son 45 günlük raporu veren 3 kişilik kurulun başkanı Prof. Dr’a konu sorulduğunda ‘arkadaş mağdur olduğunu ifade etti , biz de yardımcı olduk’ cevabını veriyor. O memura verilen 45 günlük raporun devlete (74 milyonluk kamuya) maliyeti 4.500 TL. 100 gün rapor alıp işine gitmeyen bir memur 74 milyon insana 10.000 lira borçlanmakta ve bu borca doktorları da ortak etmektedir.
Acaba o memur doktor beyden mağduriyetine binaen 1.000 lira istese alabilir mi ?
Müftülük bu konuya ne der ?
Hasta olmayan bir memur rapor alabilir mi ?
Ya da ‘rapor almak’ tabiri doğru mu kullanılmaktadır.
Kıymetli okurlarım yetkinin de , makamında , malında , paranın da bir imtihan vesilesi olduğuna inanmıyor muyuz ?
Paranın da , malında , makamında hayırlısını istemiyor muyuz ?
Paranın da malında miktarından ziyade bereketin önemli olduğuna iman etmiyor muyuz ?
O halde Müslümanların bu anlam ve manaları iyi düşünmeleri ve kendilerini “hesaba çekilmeden önce hesaba çekmeleri” gerekmektedir.
Bırakın işçinin hakkını Müslüman “infak” la Allah için karşılıksız vermekle emredilmiştir. Peygamberimiz “bir hurma ile bile olsa kendinizi ailenizi ateşten koruyun” demiş ve vermenin, infak etmenin her Müslümanı kuşatan bir sorumluluk olduğunu ifade etmiştir. Verebilen insan haram ve helale dikkat eder. Elindeki kazandığı malı paylaşan insan tekrar kazanmak için harama el uzatmaz. Çünkü onda artık hırs kalmamıştır. Bir vadi dolusu altını biriktirmez ki ikincisini istesin. Verir helalinden kazandıkça Allah için verir, verdikçe kazanır. Çünkü Rabbi “şükrederseniz artırırım” demiştir ve malın şükrü “vermek” tir.
Onun için Osmanlı da siftah yapan tüccar , 2. müşteriyi komşusuna gönderiyordu. Müşteriyi kardeşiyle paylaşan tüccar harama tenezzül eder mi ? Onlar bu terbiyeyi, bu eğitimi Ahilik topluluğunun bir ferdi olarak manevi büyüklerinden almışlardı. Çünkü içinde bulundukları topluluk onları hem eğitiyor , hem kontrol ediyordu.
Ahilik kendisini İslam’a adayan fertlerin disiplinli, inanç, duygu, düşünce ve eylem birliğini bünyelerinde gerçekleştirdikleri Cemaat hareketlerinden bir tanesiydi. Temelini istibdat ve maddi güce dayalı saltanatın değil, sevgiye, inanca dayalı kardeşliğin oluşturduğu bu cemaatlerde faziletlerin tümünü içine alan “fütüvvet” ilkesinin ayrıcalıklı bir yeri vardı. Cömertlik, mertlik, cesaret, kahramanlık, tevazu, hilm, şefkat, hoşgörü, ülfet, muhabbet, meveddet ve fedakarlık gibi tüm faziletleri bünyesinde toplayan “fütüvvet” in tarihi çok eskilere dayanmakta. Tüm İslam topraklarında bir hasbi faziletliler ordusu olarak yaşayan fütüvvet teşkilatlarının Anadolu’daki uzantısı Ahilik olmuştur. Genellikle esnaf , tüccar, zanaatkarlar arasında yaygın bir meslek kuruluşları gibi de çalışan Ahiyan-ı Rum , Anadolu’da ki Gazilerin ekonomik kolu olarak faaliyet gösteriyorlardı.
Ruhlarımızda, vicdanlarımızda, nefislerimizde vermenin , verebilmenin hazzını yaşayabilmek ve bizi eğiten ve yetiştiren faziletli bir topluluk içinde hareket etmek bizim yaratıcımıza yaklaşmamıza vesile olacak. Bu yaratıcımıza yakınlık ve aramızdaki bağın güçlenmesi helal harama daha fazla dikkat etmemizi , hakkımız olmayan, şüpheli şeylerden uzak durmamızı netice verecektir.
Kul hakkına helal ve harama dikkat etmek HAK bilinciyle mümkündür. Hak bilinci insanın işinde başarılı olmasının ,verimli olmasının olmazsa olmazıdır. Bir felsefedir, hayata bakış tarzıdır ve verimliliğin gereğidir.
“En verimli yağmur, alın teridir” demiş Cenap Şahabettin. Verimlilik, alın teri dökerek kazanma; kazandırarak kazandığı için, kazancını gönül ferahlığı ile hak etme, helal kazanma hem yaratanı ,hem yaratılanı razı etme bilincidir.