“UBASUTE” YAŞLILIK VE BAYRAMLAR

Bir bayram daha geçti. Ülkemizde havanında güzel olmasıyla bayram, “bayram” olarak değerlendirildi çoğu insanımız tarafından.

Bayram ertesi üzerinde durmamız gereken konularda var elbette. Bunlardan birisi trafik kazaları olduğu gibi diğeri de ülkemizde yaşam ortalamasının yükselmesiyle birlikte (erkekler 69, bayanlar 74) gittikçe sayıları artan yaşlılarımızın durumu.

“Ubasute” antik dönemde Japonya’nın kuzeyinde var olduğu söylenen bir gelenek. Kelime Japoncada “yaşlı kadını terk etmek” anlamına geliyor. Bu geleneğe göre; artık yatalak olan veya iyileşemeyecek derecede hasta olan anne-babalar evlatları tarafından uzak bir dağ başına veya ıssız bir yere terk ediliyor.

Yaşlı ana-baba birkaç gün içinde soğuktan, açlıktan veya vahşi hayvanların saldırısından ölüyor. Böylece çocuklarına yük olmaktan kurtuluyorlar. Kodansha Japon Ansiklopedisi’ne göre ‘ubasute’nin yaygın bir gelenek olduğu ve gerçekten tatbik edildiği kuşkulu. Geçtiğimiz yaz Japonya ziyaretimde ortak araştırmacı olarak birlikte çalıştığımız Profesör Takeshi Tsunoda, kadim Japonya’nın bazı kuzey bölgelerinde ubasutenin tatbik edildiğini söyledi. Gerçek ya da efsane olsun bu gelenek Japon folkloründe ve edebiyatında yer etmiş durumda. Bir Budist destanında, oğlunun sırtında dağa götürülen yaşlı anne, kollarını açarak küçük dalları koparır ve onları arkasına serpiştirir. Oğlunun geri dönüş yolunu bunları izleyerek bulması için.

İlk bakışta zannedersem hepimiz ubasute geleneğini hunharca ve insanlık dışı olarak niteleyebiliriz. Lakin günümüz modern insanının ubasuteyi değişik şekillerde uyguladığını söyleyebiliriz. Ötanazi bunun yasal hale dönüşmüş şekli. Bundan daha acıklısını ise, ister evlerinde isterse huzurevlerinde olsun, kendi hallerine terk edilen yaşlı ana-babaların durumu ortaya koyuyor. 1990’lı yılların başında İngiltere’de doktora yaparken, hem İngiliz toplumunu tanımak hem de beğendiğim İngiliz romancı Thomas Hardy’nin izini sürmek için, Noel tatilinde Dorset’te bir aileye konuk olmuştum. Noel, yaşlı ana-baba için biricik kızları ve oğulları ile buluşma anlamını taşıyordu. Lakin gelmedikleri gibi telefon bile etmemişlerdi. Sadece kuru bir Noel kartı gelmişti. Onların ne kadar üzüldüklerine buruklukla tanık olmuştum. Hâlâ ‘İyi ki sen geldin!’ sözleri kulaklarımda. Yine aynı yıllarda, ikindi vakitlerinde şehrin yeşil sokaklarında dolaşırken, güzel bahçeli huzurevlerinin perdesi açık pencerelerinden dışarı bakan yaşlı insanları hatırlıyorum. Loş ışıklı odalardan ifadesiz yüzlerinin feri kaçmış gözleriyle pencereden dışarıya fırlattıkları boş bakışlar tahayyülümden gitmiyor. O insanların çoğu için hayatın anlamı senede bir kere evlatlarının Noel dolayısıyla kendilerini ziyaret etmesini beklemekti. Ancak o zaman şefkat ve his dolu bakışlar görürdüm. Ama o zamanlarda bile ifadesiz yüzlerle boş bakışlarını camın dışına taşıranlar olurdu. Belli ki onları kimse ziyaret etmemişti. Belki de etmeyecekti ve bu ölüme kadar sürecekti. Yani aslında onlar huzurevlerinde ölmeye terk edilmişti. Tıpkı Japon ubasute geleneğinde olduğu gibi. Yalnız iki fark vardı. Birincisi ıssız ve soğuk bir dağ başında değillerdi, çok daha konforlu bir ortamdaydılar. İkincisi ise birkaç gün içinde ölmeyeceklerdi. Lakin aynı kadim dönem Japon yaşlıları gibi bu modern dönem İngiliz yaşlıları da ölümü bekliyorlardı. Yalnız, şefkatsiz bir bekleyiş. Üstelik ölüm bekleyişi modern dönem İngiliz yaşlıları için eski Japonlar gibi birkaç günlük değil, yıllara uzanan bir bekleyişti. (Prof. Dr. A. Nuri Yurdusev)

Yaşlılık bir final dostlar. Genç olarak ölmek istemediğimize göre herkesin yaşamak istediği bir final. Yaşlılık aynı zamanda bir hasat mevsimi. Hani tarlaya ürünü ekersiniz, sularsınız emek verirsiniz ve ürünü sabırsızlıkla beklersiniz ya işte O dur yaşlılık. Her kemal ve Cemal sahibi kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister ya , işte bu eylemin en güzel zamanıdır yaşlılık. Şiirde  mahlasınızın da zikredildiği en güzel son dörtlüktür yaşlılık.

Kime uzun ömür verirsek biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı ? (36/68) Yani yaşlılık hepimizin muhakkak surette uğramak istediğimiz ve uğrayacağımız bir istasyon, muhakkak yaşamak istediğimiz bir süreç, tatmak istediğimiz bir hayat dilimi. O yaşlılığı konforlu, zevkli, tatlı bir hale getirmek bizim elimizde. Yaşlılarımıza nasıl davranıyorsak bize de öyle davranılacağı milyonlarca tecrübelerle kanıtlanmış bir hakikat.

Başbakanlık Aile Araştırmaları Genel Müdürü Doç. Dr. Ayşen GÜRCAN çocuk, yaşlı ve aile ilgili şu tespitleri yapıyor: “Kültürü sadece değerlerde bulamayız. Kültür önce metadan başlar, dile girdiğinde yerleşmiş demektir. ‘Genç odası’ mobilyasını dünyada ilk biz ürettik. Dünya şu an hızlı bir şekilde buna yöneldi. Ailenin çözülmesini hızlandırdı bu sektör. Günümüzde yaşam unsurunu belirleyen yaşlılar değil çocuklar olmaya başladı. Pederşahi’den veledşahi’ye geçiş yaşandı. Ben anneannemle yaşadım ve onun odasında tarih vardı. Bizim hiç odamız olmadı. Şimdi kent yaşamına girdiğiniz andan itibaren bir yaşlı odası tanımı yok. Hatta TOKİ yaptığı evlerde buraları yatak odası 1, yatak odası 2 diye tanımlıyor. Çocuğu merkeze alan yaşam biçiminin riskleri vardır. Yaşlıda bir tecrübe ve edinim varken bunu çocuğa bırakırsanız yerini doyumsuz istekler alır. Çocukerkil ailelerde ebeveynler çocukları için büyük fedakârlık gösteriyorlar; ama ilişki biçimleri, geleceğe yönelik beklentileri ve mutlulukları da risk altına giriyor. Kendi başına odada büyüyen çocuk ileride aile kurmaya kalktığında aileye dönük sorgulamalara başlıyor. Geç evlenmeler, evlenmeme talepleri artıyor. Ya da evlense bile en küçük sorunda boşanma yolunu seçiyor. Çocuklarımıza bir aile ağı içinden çıkartıp, hatta onları başköşeye koyup, onlara bir mülkiyet alanı açarak üzerimizdeki yüklerinden kurtulmak adına yapayalnız odalarında bırakmak, onları dış unsurların etkisine bırakıvermek anlamı taşır. Oysa ailede “yük olmak” değil, “yükü almak” esastır. Genç odalarını kaldıramıyorsak, kapılarını kaldıralım. ‘Girilmez’ yazısı filan da yazılıyor bir de… Bilgisayar, cep telefonu, televizyon gibi bireysel kullanım, mülkiyet imkânı veren teknolojiyi odadan çıkartmak lazım. Kesinlikle ortak kullanım gerekiyor. Şimdi çocuğumuza cep telefonuna kaçta mesaj geldiğinden haberimiz yok. Ok yaydan çıktı. Saçını süpürge etmek, onun her istediğini yapmak değildir. Ebeveynlerin çocuğuyla arkadaşlığı olayı kabul edilmeyecek bir şeydir. Çocuğun başka arkadaşı vardır. Çocuğun asıl anne babaya ihtiyacı vardır. Çocuğa odaklanan her şey aileyi sıkıntıya itecektir. Hele tek çocuklu ailelerde bu risk daha fazladır. Bizim aile yapımız, üç jenerasyon bir arada otursa bile hiçbir zaman geniş bir aile olmadı. Türk evlerine gidin her bir oda bir hanedir. Network’ü çok kuvvetli bir aile yapımız var. Bu yüzden güçlüyüz. Kültürü dilde buluruz. Türk dilindeki aile isimlendirmelerini dokuz dil ile karşılaştırdık. Bizde 41 isim çıktı. Bunun 23’ü tamamen network’e ait isimler: Baldız, görümce, bacanak, enişte, elti… Bunun diğer dillerde karşılığı yok. Bilginin ismi varsa oturmuş demektir. Diğer dillerde ‘kardeşimin kocası’ şeklinde sıfat olarak geçiyor. Düşünsenize, torununuzun ne dayısı ne teyzesi olacak. Evlendiği kişi de tek çocuksa, o torunun halası ve amcası da olmayacak. En kötüsü senin cenazende kime sarılacak? Şimdi birçok arkadaşım kuzenini kardeş yapmaya çalışıyor. Tek çocuğu büyük bir evcilik oyunu gibi görüyorum. Tek çocuğun yetişme koşullarında onların sosyal becerileri maalesef gelişmiyor. “

NEDEN EVLERİMİZDE YAŞLI ODASI YOK ?

Bu anlamda yaşlılarımızın bugünkü  sosyal hayatta ev içerisindeki konumu irdelenmeye değer. Niçin evlerimizde “çocuk odası” var da “ yaşlı odası” yok. Koyu renklerin hakim olduğu tv si, büro tipi buzdolabı, duşu, lavabosu ile niçin yaşlılarımıza ait özel yaşam alanları oluşturmuyoruz. Dilediğinde bizimle zamanını paylaşacağı dilediğinde odasına çekilip kafasını, kendisini dinleyebileceği odaları niçin olmasın. Çünkü onların zaman planlaması, tv tercihleri, müzik zevkleri, beslenme alışkanlıkları bizimkilerle tamamen örtüşmüyor. Aynı mekanda ama herkesin rahat edebileceği birbirini rahatsız etmeyeceği alanlar oluşturulabilir.

Evlerimizde yaşlı odası oluşturursak huzurevinden evlere geri dönüşün başlayacağını ve huzurevlerinin hızla kapanacağını söyleyebilirim.

PEDERŞAHİ AİLEDEN VELEDŞAHİ AİLEYE

Türk toplumu pederşahi aile geleneğine sahipti. Yani aile büyüğe göre şekillenir. Öncelikler büyüklerden başlardı. Günümüzde bu yerini veledşahi diyebileceğimiz aile modeline terk ediyor. Bu gün şehirlerde çekirdek ailelerde şey çocuk eksenli, çocuk merkezli. Tüm aile çocuğun durumuna göre şekilleniyor.

Churcil der ki :”Ne kadar geriyi görebilirseniz, o kadar ileriyi görürsünüz. ”Geçmişe saygımız ,yaşlıya saygımız kendimize saygımız, geleceğimize saygımızdır. Bir Arap Şair “Dostlardan ayrılık olmasaydı ölüm yol bulup bize gelemezdi” der. Dost o kadar önemlidir.

HUZUREVLERİ GERİ DÖNÜŞÜM KUTUSU OLARAK GÖRÜLMEMELİ

2 yıldan fazla  Konya Huzurevinde idarecilik yaptım. 300 civarında yaşlımız vardı. Bu sürede edindiğim tecrübelerin neticesi olarak, bütün iletişim vasıtalarını kullanarak şunu haykırmak istiyorum: Huzurevlerini bir geri dönüşüm kutusu olarak görmeyin. Kabrin bir önceki istasyonu olarak görmeyin. Burasını bir fizik tedavi merkezi olarak, bir hastane olarak görün. Siz hastane yatırdığınız hastanızı ziyaret etmez misiniz. Onu hastaneye yatırdıktan sonra Hastane yetkililerinin arayıp “efendim hastanız taburcu oldu ya da hastanız  ex (öldü) oldu, gelin alın “ demesini mi beklersiniz. Gitmeden telefon açıp bir isteğinin olup olmadığını sorarsınız,  çiçeğinizi elinize alırsınız ve düzenli olarak ziyaret edersiniz. Peki hastanede yatan yakınınız için gösterdiğiniz bu hassasiyeti niçin huzurevinde kalan yakınınız için göstermiyorsunuz. Ben 10 yıl sağlık kuruluşlarında 11 yıl da Sosyal Hizmetlerde çalışan birisi olarak söylüyorum. Huzurevinde , Yuvada, Yurtta kalan kişilerin yakınlarınca ziyaret edilmesi hastanelerden çok daha önemli. Biz gelin bizim vazifelerimize yardımcı olun demiyoruz. Sadece arada ziyaret edip “biz sizi unutmadık” mesajını onlara verin diyoruz. Bu mesajın onlar için ne kadar kıymetli olduğunu bilemezsiniz. Aslında bu mesajı onlara vermenin size de neler kazandıracağını da bilemezsiniz. Bilseniz eminim ki ben bu yazıya bu yaşlı yakınları da fazla huzurevine gelip gidiyor, yaşlılarımız bu yoğunluktan rahatsız diye yazardım. Huzurevimizde en sıkıntılı yaşlılarımız ziyaret edebilecek yakınları olup ta ziyaret edilmeyen yaşlılar. Ziyaret edecek kimsesi olmayan yaşlılarda sıkıntı yok .Onlar hayatlarından memnun. Çünkü beklentileri yok. Ama diğerleri gözleri sürekli yolda, kulakları sürekli telefonda. Bu söylediklerimiz yaşlıların yakınları ile ilgili. Bilakis sivil toplum kuruluşlarınca ve toplumun değişik kesimlerince yapılan ziyaretlerden memnunuz.

Hani bir söz var ya “Merdivenlerden inerken herkese selam ver, inerken onlar seni bekliyor olacak.” Evet gençlik, orta yaş dönemleri bir çıkış. Ama bu merdivenlerin inişinin olduğunu da unutmayalım. Fakat bana göre belki de en güzeli “insan yapacak işi kalmadığında yaşlanmıştır. Önünde yapacak işi olan ve işini yapan insan asla yaşlanmaz “ gerçeğiyle hayattan kopmadan son ana kadar sevgiyle, inançla, haysiyetle, iyimserlikle, umutla genç ve dinç yaşamak en güzeli. Yaşlının birisi zaman geçtikçe ibadetlerde, çalışmalarında  gayretini daha çok artırıyormuş. Çevresindekiler ona demişler: ”sen yaşlandın çok hareketlisin ,istersen biraz hızını azalt.” Yaşlı onlara ” evladım ömür bir maraton koşusuna benzer. Siz hiç  yarışın sonuna yaklaşan yarışçının yavaşladığını gördünüz mü ? diye cevap vermiş. Yaşlılık bizim inancımıza göre tam bir final. Allah’ın duasına ayrı bir önem verdiği nazik ve nazenin bir ruha sahip olan ihtiyarlar bu dönemi ahirete hazırlık cihetinde çok iyi değerlendirebilirler.

Tabii hepsinden önemlisi aile. İnsanın sosyal hayatta küçük bir cenneti olan aile aynı zamanda toplumun en önemli sigortası.Aile muhafaza edilebilirse hem yaşlı,hem kadın,hem erkek ,hem çocuk belki de bunlarla ilgili bugün yaşanan olumsuzlukların büyük oranda ortadan kaldırılabileceği kanaatindeyim.Bir ailenin dağılmasının toplumun bünyesinde bir tümör kadar zararlı olduğunu tüm bünyeyi rahatsız edip ölüme sürüklediğini bir sosyal hizmetler çalışanı olarak söyleyebilirim.

Gelin bütün kainata yetebilecek , bütün kainatı kapsayabilecek olan muhabbet kabiliyetimizi kullanalım.Çünkü sevgiler paylaşıldıkça artar,hüzünler paylaşıldıkça azalır.Ve bu muhabbet tüm problemlerimizi çözer,tüm sıkıntılarımızı izale eder .O zaman fertte ailede,çocukta ,gençte,yaşlıda toplumda hak ettiği saygı ve sevgi atmosferinde mutluluğu yakalar.

Yorum Ekle