Ezan(doğduğumuzda kulağa okunan) ile namaz(öldüğümüzde kılınan cenaze namazı)arası hayatımız

Dünyaya sınanmak, denenmek kısaca imtihan için gönderildik.

O, davranış ve eylem bakımından hanginizin daha güzel amel edeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yarattı. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır. Mülk,67/2

And olsun ki, sizi korku ve açlıkla, mallardan, canlardan ve (alın teri) ürünlerinden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele! Bakara,2/155

Müslüman çocuk doğduğunda kulağına bir ezan okunur hatta diğer kulağına kamet getirilir, fakat bu ezan ve kametten sonra namaz kılınmaz.

İşte bu ezan ve kametin namazı Müslüman öldüğünde cenaze namazı olarak kılınır.

İşte Müslüman için dünya hayatı doğum ve ölüm bir ezan ile namaz arası kadardır.

Bu şuurla yaşamalı mümin.

Dinlediği/okuduğu ezanın son ezan, kıldığı/kıldırdığı namazın son namaz olduğu şuuruyla.

Müslümanların en çetin imtihanının geçici olarak imtihan için emanet olarak verilen dünya nimetlerine aşırı sevgi beslemek ve o nimetlerden ayrılıktan korkmayı (vehn) bir saplantı haline getirmek olduğunu Allah Resulü bildiriyor.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir ara sahabelerden Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı -Allah ondan razı olsun- cizye toplamak üzere Bahreyn’e gönderdi. Bilindiği gibi Rasulullah, daha önce Bahreyn halkı ile barış yapmış ve Ala b. Hadremi’yi bu yöreye vali tayin etmişti.

Bir süre sonra Ebu Ubeyde, bu yörenin cizyesini toplayıp Medine’ye döndü. Bu durumu haber alan sahabeler dönüşünün ertesi günü, büyük bir kalabalık halinde sabah namazına üşüştüler. Rasulullah namazı bitirip Mescid’den çıkacağı sırada kalabalık bir gurup önüne çıktı. Onları bu durumda gören Peygamberimiz gülümseyerek:

“Öyle sanıyorum ki, Ebu Ubeyde’nin Bahreyn’den bir şeyler getirdiğini haber aldınız.” buyurdu. Sahabeler: “Evet” deyince Rasulullah kendilerine şunları söyledi: “İstekle beklediğiniz bu ganimet bölüşümüne hem sevininiz ve hem de üzülünüz. Sebebine gelince sizin hakkınızda korktuğum şey fakirlik değildir. Tersine sizin hesabınıza korktuğum şey, tıpkı daha önceki ümmetlere olduğu gibi, dünyanın önünüzde açılması (büyük servetler elde etmeniz) ve arkasından bu alanda birbirinizle o eskiler gibi rekabete girişip onlar gibi kendinizi mahvetmenizdir.”

Görüldüğü gibi Peygamberimiz, ümmetinin geleceği hesabına fakirlikten değil tersine dünyanın önlerinde açılıp bu konuda birbirlerine düşmelerinden ve bunun sonucu olarak dünya ve ahiretlerini mahvetmelerinden kaygı duymaktadırlar.

Yine hem Buhari’de hem de Müslim’de yer alan ve Ukbe b. Amir -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen bir hadise göre:

“Bir gün Rasulullah, Uhud’lu bir cenazenin namazım kıldıktan sonra minbere çıkarak şu konuşmayı yaptı: “Ben sizin önderinizim, size örnek olayım diye gönderildim. Şu anda, vallahi, -kıyamet günü buluşma yerimiz olan- Havuz’umu görüyorum. Yeryüzü hazinelerinin -veya yeryüzünün- anahtarları bana verilmiştir. Vallahi, sizin hakkınızda korktuğum şey, Ben’den sonra Allah’a ortak koşmanız, tekrar müşrik olmanız değildir. Fakat sizin hesabınıza korktuğum şey, dünya uğrunda aranızda rekabete düşmenizdir.”

Başka bir rivayete göre Rasulullah’ın sözlerinin bu kısmı:”… Fakat sizin hesabınıza korktuğum şey, dünya uğrunda rekabete girişip, birbirinizi öldürmeniz ve bunun sonucu olarak sizden öncekiler gibi mahvolmanız, helake sürüklenmenizdir” şeklindedir. Hadisi rivayet eden Ukbe, sözlerini “Bu, Peygamberimizi minberde son görüşüm olmuştur” diye bağlamıştır. Müslim’de yer alan ve Abdullah b. Ömer-Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen bir hadise göre de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün sahabelere dönerek:

“Pers ve Bizans hazineleri elinize geçtiği zaman acaba nasıl bir toplum olacaksınız?” diye sordu. Dinleyiciler arasında bulunan Abdurrahman b, Avf’ın -Allah ondan razı olsun-:”Allah bize nasıl olmamızı emretti ise öyle oluruz”şeklindeki cevabı üzerine Rasulullah sözlerini şöyle bağladı:

“O zaman aranızda rekabete girişir, sonra birbirinizi kıskanırsanız ve arkasından birbirinize küserseniz. Daha sonra başka yerlere göçüp oralarda yerleşerek birbirinizi öldürmeye girişirsiniz.”

Buhari ile Müslim’in, Ebu Said-ül Hudri’den-Allah ondan razı olsun- rivayet ederek yer verdikleri bir hadise göre de hadisi rivayet eden Ebu Said el-Hudri şöyle bir olay anlatıyor:

Bir gün Peygamberimiz minbere çıkıp oturdu. Biz de onun çevresinde oturduk. Arkasından bize dönerek:

“Benden sonra sizin hesabınıza korktuğum şeyler­den biri önünüzde açılacak olan dünyanın çekiciliği ve alımlılığıdır.” diye buyurdu. Aramızdan biri:

“Ya Rasulallah, kötü şeyden iyilik gelir mi?” diye sordu. Bu soru üzerine Peygamberimiz bir süre sustu.

Allah’ın Dilediği Gibi Kullanılmayan Varlık Kıyamet Günü Sahibinin Aleyhine Şahit Olur.

Bu yüzden arkadaşlarımızdan biri soruyu sorana:

“Niye sen Rasulullah ile konuştuğun halde O Seninle konuşmuyor?” diye sordu. Aslında biz bu sırada Peygamber’e vahiy geldiğini anlamıştık. Nitekim bir süre sonra terleyen alnını sildiler, arkasından bize dönerek:

“Soru sahibi nerede?” diye sordu. Böyle derken ondan hoşlandığı belli oluyordu. Arkasından:

“Kötü şeyden hayır çıkmaz, hayır gelmez” buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti;

“İlkbaharın erken göveren bir kısım otlağı bu otlaktan otlayan hayvanları ya öldürür veya ölümün eşiğine getirir. Fakat yazın olgunlaşmış çimenini otlayan hayvan böyle olmaz. Hayvan öğleye kadar böyle bir çimende otladıktan sonra işkembesine aldıklarını sindirir ve fazlalıkları dışkı ve sidik olarak dışarı atar, arkasından yine otlamaya devam eder. Varlık, müslümanın eline geçince, yani bu varlığın bir kısmını yoksullara, yetimlere ve yolda kalmışlara veren müslümanın eline geçince ne güzel bir şeydir o!”

Nitekim Rasulullah, başka bir defasında “Haksız yere servet ele geçiren kimse yediği halde doymayan kimse gibidir. Üstelik ele geçirdiği mal Kıyamet günü aleyhinde şahid olur” buyurmuştur.”

‘’ Eğer siz (Uhud’da) bir yara almışsanız, (size düşman olan) o topluluk da (Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. Böylece biz, Allah’ın, imana erenleri seçip ayırması ve aranızdan hakikate (hayatları ile) şahitlik yapanları seçmesi için bu günleri (bazen galibiyet ve bazen mağlubiyet şeklinde) insanlar arasında döndürüp duruyoruz. Allah, zulmedenleri sevmez.’’ Al-i İmran,4/140

Rabbimizin devletler ve milletler arasında döndürdüğü günlerin bizim için çıkış günlerindeyiz. Nimetlerin üzerimize üzerimize geldiği bu çıkış günlerinde daha çok şükreden, infak eden ve tevazuyu elden bırakmayan bir hayat tarzı gözetmek durumundayız.

Mekke’nin fethine muvaffak olan Allah Resulü ve Müslümanlar için hatırlatma bu yöndeydi.

Allah’ın yardımı ve fethi (Mekke’nin fethi) gelince, Sen de insanların bölük bölük Allah’ın dinine (Müslümânlığa) girdiklerini görünce, hemen Rabb’ini hamd ile tesbîh et. O’ndan bağışlanmayı iste. Şüphesiz ki O, tövbeleri çok kabul edendir. Nasr suresi

Bugün her Müslüman/mümin hamd, teşbih, istiğfar ile Rabbine daha derinden kulluk etmeli.

Zira nimet şükür ister, şükür olursa nimet artar, şükrü görmezse gider.

Ezan ve namaz odaklı planlanmış olan ,bir ezan ile namaz arası dünya hayatını bu şuur ve imanla yaşayana ise ebedi bir hayat verilir.

Ne mutlu şu kısa imtihan dünyasını bu şuur ve imanla tamamlayan sıddıklara…

Yorum Ekle